Peygamber Efendimiz (sav) “İlim peşinde olmak her Müslümana farzdır” buyurduğundan bir önceki yazımda aklı, aklın değerini ve mahiyetini anlatmaya çalışarak, aklın bilginin kaynağı olduğunu göstermeye çalıştım. Ancak bu yazıma devam etmeden önce “bilgi ve ilim” kavramlarına dair karıştırılan bir hususa açıklık getirmek istiyorum.
İslâmî terminolojide “el-ilm” sözcüğü ile ifade edilen bilgi, “mutlak olarak bilmek” yahut “bir şeyin gerçeğini bilmek” anlamına gelir. Bu bağlamda Türkçeye aynen geçmiş ve ilim olarak kullanılagelmiştir. Yani yazılarımda kullandığım bilgi ifadesinin ilim sözcüğünden bir farkı yoktur. Bu hususa değindikten sonra aklın kaynağı olduğu bilginin yani ilimin genel çerçevesine değinmek istiyorum.
“Kulları arasında Allah’tan ancak âlimler hakkıyla korkar…” (Fâtır 35/28).
Bu âyette kendilerine gönderme yapılan “âlimlerin” bir takım bilgileri öğrenerek zihinlerine yerleştirmiş olan kişileri değil, zihnî gayretlerini Allah’ın evrendeki kudret ve delillerinden sonuç çıkarabilme odağına yükseltebilmiş kişiler olduğu anlaşılmaktadır. Böylece ilmi faaliyetlerin odağının Yüce Allah’ın zatını, âyetlerini ve kulları ile diğer yarattıklarına ilişkin fiilleri bilmek olduğu anlaşılır.
İnsanı diğer yaratılanlardan ayıran özelliğin “bir akla sahip olması” gerçeği düşünüldüğünde, insanın ilim için yaratıldığı anlaşılacaktır. Yani bilgi insan için mutlak bir üstünlük kaynağıdır. Zira ilmin kendisi faziletli olduğu gibi öğretmek de ayrı bir fazilettir.
Bu amaç doğrultusunda ilimleri büyük âlim İmam-ı Gazzâlî’nin izinde giderek “farz-ı ayn” ve “farz-ı kifâye” olan ilimler olarak iki başlık altında tasnif edebiliriz. Farz-ı ayn yani gücü yeten her Müslümana farz olan ilimler iman, amel ve ahlâk esaslarını bilmektir.
Farz-ı kifâye olan ilimler ise bütün Müslümanlara olmayıp sadece meslekleri ve konumları itibariyle belirli insanlara farz olan ilimlerdir. Toplumun bir kesiminin bu ilimleri icra etmesi sayesinde diğer insanlar sorumluluktan kurtulmaktadır. Farz kelimesine dikkat edin.
Bu ilimleri kendi içerisinde şer’î olmayan (övülen, yerilen, mubah) ve şer’î ilimler olarak iki alt kategoriye ayırmamız mümkündür. Şer’î ilimler; Kur'ân, Sünnet, İcmâ ve ashabın sözleri olarak tasnif edilir ve ancak peygamberlerden öğrenilir.
Farz-ı kifâye ilimler arasında övülen ilimler ise, bir toplumda bu ilimleri icra eden kimseler bulunmazsa o toplumun ciddi manada zarar göreceği, sıkıntıya uğrayacağı ilimleri ifade eder.
Bu bağlamda matematik farz-ı kifâye ilimdir, tıp farz-ı kifâye ilimdir, mühendislik farz-ı kifâye ilimdir. Toplumlarda bu farz-ı kifâye ilimleri icra eden kimse bulunmazsa sorumluluk ortadan kalkmayacak, herkes günah altına girmiş olacaktır.
Farz-ı kifâye ilimler arasında mübah ilimler içerisinde herhangi bir saçma düşünce bulunmayan şiir, malumat vb. bilgileri kapsarken, yerilen ilimler sihir, tılsım vb. göz boyama becerilerini ifade eder. İlim bir şeyi bilmekse nasıl yerilebilir diyebilirsiniz. Aslında burada yerilen ilimin kendisi değil, ilmi icra eden insanların bu ilimle olan ilişkisidir. Bu konuya Allah izin verirse bir sonraki yazımda değinmek istiyorum.
Bizi bayrama eriştiren Rabbimize hamdolsun, bayramınız mübarek olsun.