İlgililere duyurulur!

Abone Ol

Corona virüsünün hayatımızı doğrudan etkilediği dönemin ne zaman biteceğine dair öngörüler dillendiriliyor. Sonbaharın kritik olduğun söyleyen de var, 2021’in baharından önce eski düzene geçemeyeceğimizi dillendiren de…

Bu durumda insan ister istemez önümüzdeki 1 yılın nasıl geçeceğini düşünüyor. Mart’tan beri düşünüyoruz fekat vakaların artmaya başladığı şu dönemde karantina günlerinin geri gelmesinden endişe ediyoruz.

Bu çetrefilli manzara içerisinde sinema salonlarının açılıp açılmaması, festivallerin nasıl düzenleneceği, filmlerin nasıl ve neden çekileceği gibi çok sayıda soru akıllarda. Ne cevabı verebiliyoruz, ne soruyu netleştirebiliyoruz.

Son olarak Saraybosna Film Festivali’nin online düzenleneceğinin açıklanması sektörü yeniden düşünceye sevk etti. Avrupa’nın en önemli festivallerinden biri olan SFF’nin Ağustos’ta mesafe kurallarına uyularak yapılacağı açıklanmıştı. Ancak son günlerdeki vaka artışı ve bilimadamlarının sonrasına dair net bir şey söyleyememesi festival yönetimini tedbir almaya itti. Ve festival gösterimlerinin çevrimiçi yapılacağı açıklandı.

Geçtiğimiz hafta İstanbul Film Festivali ‘yeni normal’ şartlarında yapılmıştı. Bütün endişelere rağmen festivalin yapılmış olması çok güzel. Sırada başka festivaller de var. Kuvvetle muhtemel sonbaharda yapılması planlanan festivallerde çevrimiçi uygulama tercihi zorlanacak.

Gönül ister ki bu süreçte sinema sektörünün zarar görmemesi, genç sinemacıların teşvik edilmesi, sinemanın her daim hayatın içinde olduğunun gösterilebilmesi bakımından festivaller ertelenmesin, hatta yenileri yapılsın. Çevrimiçi seçeneği imkan olarak kullanılabilsin.

Hakikaten…

Çevrimiçi festival döneminin ülkemizde başlaması gerekmiyor mu?

Mevcut festivallerin çevrimiçi yapılmasından bahsetmiyorum. Çevrimiçi başlayıp bundan böyle de hep çevrimiçi olarak devam edecek yöntemden söz ediyorum.

Neden olmasın?

Mevcut festivaller, dünyanın dört bir yanından sinemacıların bir araya geldiği, sinemaseverlerin vizyonda izleme şansı bulamayacağı filmlere ulaştığı, film geliştirme yöntemlerinin uygulandığı, iletişim ağı oluşturulduğu bulunmaz mecralar. Böyle de devam edecektir. Bunun yanında ise zamanın ruhunun bize işaret etmeye çalıştığı yeni alanlar oluşmalı.

Türkiye’de sinema sektörünün, yeni neslin yaklaşımı ve alışkanlıklarını da gözeterek çevrimiçi uygulamalara yoğunlaşmalı. Altyapısı sağlam hazırlanarak dünyaya hitap eden çalışmalar yapılmalı.

Ülkenin dört bir yanından sinemacıların zamanı ve mekanı dert etmeden katılabileceği, izleyicinin filme ulaşmasının kolaylaşacağı, yeni bir üretim ve organizasyon alanının oluşacağı bu seçenek gözden kaçmamalı.

Özellikle kısa film üretimi ve izleyiciye ulaşımı babından çok önemli bir imkan olduğu kanaatindeyim, bu durumun. Sadece festivaller yoluyla birkaç bin kişinin izleyebildiği filmler bu sayede yüz binlerce kişiye ulaşabilir.

Bu çabalar yakın vadede yeni platformların oluşması sonucunu da doğurabilir.