İktidar senden değilse, akla ziyan muhalefet yapabilirsin sendromu

Abone Ol

Korkudan saçmalık üretilir mi? Elbette, neden olmasın.

Ya saçmalıktan korku üretilir mi? Kesinlikle üretilir.

Enteresan. Birkaç kavramı moda yapıyorsun ve onun üzerinden akılları dizayn ediyorsun. Yerli ve yerleşik olanı yerle bir edemesen bile, kemirgen bir kurt bırakıyorsun orta yere.

O da kemirip duruyor bazı akılları.

Ayar olduğum çok şey var. Bunlardan bir tanesi de sanatçının muhalif olması.

Neye muhalif olacak. Ota, b.ka, her şeye.

Devlete, iktidara, geleneğe, tüzeye, töreye.

İnsan aklına atılan çelmeler çok zekice.

Sanatçıya muhalif olma dayatması, sanatçı siyasete ilgi gösterdiğinde tam tersi bir duvara çarpıyor.

Sen siyaset yapma, sanatını yap.

Sanatçıyı muhalif olmaya zorlayan akıl ile siyaset yapmamasını öneren akıl aynı akıl.

Bunun nasıl olabildiğini anlamak için Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşamanız ve biraz sak olmanız yeter.

Muhalif olalım tamam da, muhalif olmanın itibar göreni bu memleketin milliliği, dini, anane (gelenek ve töre de diyebiliriz) ve kültürüne olursa makbul oluyor.

Ya iktidara?

Onun hangi iktidar olduğunu

söylersem aklınızla alay etmiş olur muyum?

Olmam değil mi?

Hadi canım.

O kadar zeki ve kavrayışı yüksek olduğunuzu kabul etmem demek olur bu.

Hiç yoktan yere, ortalama akıllarınıza iltifat edecek değilim.

Akla ziyan muhalefetten etkilenmediyseniz iltifatı hak edersiniz.

Bir adam çıktı ve resmen devrim yapıyor.

Neredeyse tek başına bir direniş gösteriyor.

Sarfettiğim lâflara dikkat etmem lazım.

Yoksa, tek başına direnişi, benci egosantrik bir psikosomatik bir hastalığa döndürüverirler.

Öyle de yapıyorlar zaten.

Bir sinemacı doktor bozuntusu (tam olarak karar veremiyorum, sinemacı bozuntusu mu, doktor bozuntusu mu?…)

Ortalamasını alırsam kendiliğinden bir bozuntu zaten çıkıyor ya ortaya.

Her neyse, bizim Reis’e teşhisi koyuvermişti:

“Hubris Sendromu.”

Yaptığı da bir başka psikolojik sendrom desem yerinde:

“Uzaktan teşhis koyma sendromu.”

AK Parti iktidarından önce, zorunlu olarak bir SSK pratisyen hekimine gitmek durumunda kalmıştım.

“Neyin var?” diye sorma zahmetine girmeden, 3 metre uzaktan ağzımı açmamı söylemiş, şişe dibi gözlüklerine rağmen teşhisini koymuş, bir de reçete karalamıştı. Hiç farkı yok. (Tabi ki, 3 metre öteden ağzımı açmadım.)

Sinema ve hekimlikten çok, büluğ çağını yeni bitirmiş aktrislere kafa yoran bir sinemacı pratisyen hekimin, uzmanlığı olmamasına rağmen psiko-analiz yapıp teşhis

koymasını çok görmem.

Her halttan anlıyor olmanın psikoloji ilminde mutlaka bir karşılığı olmalı.

Her neyse, nihayetinde bu da bir başka hastalık:

“İktidar senden değilse, akla ziyan muhalefet yapabilirsin sendromu.”

Yapacağın muhalefet, bir prat. hekim sinemacınınki kadar dangalakça olabilir. Önemi yok. Yeter ki, muhalif ol.

Sonra kıvırmak için, “Demirel’in obezitesi”, “İsmet’in sağırlığı” filan der gevelersin.

Muhalifliği, sanatçılığın olmazsa olmazından saymak kimin fikridir bilmiyorum.

Batılı bir refleks olduğu kesin.

Hikayesini Batı’nın hastalıklı tarihinde aramak yeterli.

Adamakıllı bir taraf yazısı yazmam mümkün olmayacak şu tuhaf muhalefet kültürü yüzünden.

Bizim yazı yine güme gitti.

Sanatçı, maruf olmalıdır.

Mutlak hakikatin peşine düşmüş bir akıl ve fikir sahibine bu yakışır.

Akıl sahipleri, önüne kimin koyduğu belli olmayan lokma ve herzeleri yemez.

Sanat ve sanat eserleri hiç şüphesiz iktidarlardan uzun ömürlüdür.

Baki kalan bu gök kubbede hoş bir sedadır.

Ve…