15 Temmuz’a kadar bütün dünyayla birlikte biz de askeri darbeleri yarı gerçek, yarı sanrı olan karma sosyolojik bir süreç olarak değerlendiriyorduk. Kasten planlanmış tersli düzlü olaylarla kamuoyunda bir yorgunluk meydana getirilir. İşlerin kontrolden çıktığı ve tehlikenin sel gibi geldiği hissi yayılır ve bir cuma günü sabaha karşı saat 03:00’te asker herkesin yorulduğu bu gidişe “Dur” der. Hoşunuza gider ya da gitmez ama gereklidir. Doktorun kol kesmesi gibi, istemezsiniz ama ölmemek için kabul etmişsinizdir.
Bir insanın, ölmemek için kolunun kesilmesine razı olan hasta haline gelmesi için iki temel şart vardır. Birincisi acı veren fiziksel belirtiler; ikincisi telkin. Acı tek başına yeterli değildir. Burada ince hesaplanmış telkinlerin yapılması gerekir ki burada da medya devreye giriyor. Çünkü hastada acıya sebep olan hastalığın tedavi ihtimali fikri varsa, yani umudu varsa kolunun kesilmesine razı gelmez. Burada stratejik telkin kolun kesilmesini istemek değil, sürekli umutsuzluk zerk etmektir. Hastaya, “Kolunu kestirmek zorundasın” diye anlatılırsa, bu telkin dirençle karşılaşır. Önemli olan sürekli umutsuzluk vermek ve hep onun için üzülmek. Bunu düzenli olarak yaparsanız hasta kendiliğinden “Kolumu kesin de kurtulayım” diye yalvarmaya başlar. Her darbeden önce medyanın “Eyvah, vah, battık, artık geri dönüşü yok, bittik, sonumuz kötü, daha kötü” diye haberler yapmasının sebebi vatandaşı kendi kendine kolunun kesilmesine razı etmekten başka bir şey değildir. Tam burada atlamamamız gereken önemli bir püf noktası var. Bu umutsuz, kaygılı, endişeli gazeteciler, hatta aydınlar (ne demekse artık) sanatçılar vs. denilen emperyalist enstrümanların rol yapmamaları, inanarak böyle konuşmaları gerekir. Yani otel odalarında pazarlıkla satın alınmıyorlar; ikna ediliyorlar.
15 Temmuz’dan sonra şu oldu: Askeri darbe sosyolojik süreçtir evet ama klasik olgunlaştırma hamlelerinin artık bir işe yaramadığı anlaşıldı. Yani toplum eski hastalıklara bağışlık kazanmış. Peki bu durumda artık hasta olmayacak mıyız? Vesayet virüsü öldü mü? Tabii ki hayır. Virüs kendini güncelledi. O da eski taktiklerin işe yaramadığını anladığı için kendine yeni yollar arıyor.
Stratejik istihbarat raporlarında geçen bir başlık darbeye teşebbüs eden işgal kuvvetlerinin kendini nasıl güncellediğini şu şekilde ortaya koyuyor. ABD’nin başını çektiği üst akıl, bir yüzünde papaz, bir yüzünde molla olan ikiyüzlü İran kartıyla yeni bir oyun kurma hazırlığında. Bu bağlamda kamuoyuna Şii/Sünni savaşını tetikleyebilecek düzeyde çift taraflı vahşet mizansenleri servis ediliyor. Doğrudan “Şii nefreti” oluşturmayı hedefleyen bu servislerden etkilenen kamuoyunda öte yandan “Aman dikkat Şii/Sünni savaşı fitnesi bunlar” denilecek. Öngörülen odur ki servisi yapan da “Aman dikkat” diyen de aynı taraftır. Bu kontrollü kaos ile Türkiye’yi, bir Şii/Sünni savaşıyla tehdit edilerek, İran’ın emperyalist hamlelerine karşı sessiz kalması hedeflenmektedir. Doğrudan Türkiye’nin ve İran’ın taraf olduğu bir savaşla Türkiye’nin, İran emperyalizmine karşı sessiz kalması üst akıl için aynı şeydir. İki durumda da hedefe varılmış ve post-modern darbe gerçekleşmiş olacaktır. Türkiye’nin bu oyun karşısında dayatılan iki seçenekten de uzak durarak, üçüncü bir stratejik hamle yaparak ve oyunu kendisinin kurmasının hayırlı olacağına inanıyoruz…