“Hayat Eve Sığar” dediğimiz ve evde kaldığımız bu günlerde sizlerle birlikte Ayasofya’nın hemen yanı başına Sultan II. Selim’i biraz tanıyarak, türbesine bir ziyaret gerçekleştirelim istedim.
İstanbul’da yaşamayın, İstanbul’u yaşayın
Belde-i Tayyibe, Darülhilafe, Dersaadet, Asitane, Deraliyye, Mahrusa-i Saltanat, İslambol, Darü’s Saltanat-ı Aliyye, Dergah-ı Mualla, Südde-i Saadet, Payitaht ya da İstanbul kimi kaynaklarda yüzün üzerinde isimden bahsedilir…
Efendimizin Hadis-i Şeriflerine konu olmuş Fatih’inin bizzat Efendimiz tarafından övüldüğü, Kıyamete kadar sevdalılarının hiç bitmeyeceği mukaddes şehir…
Her bir köşesi ayrı bir tarihe tanıklık etmiş anıların en güzellerini hep bağrında tutan kutlu şehir…
Şöyle sesleniyor büyük şair Nedim bu şehri bize anlatırken;
Bu şehr-i Sitanbul ki bimisl ü behâdır
Bir sengine yek pâre Acem mülkü fedâdır
Bir gevher-i yekpare iki bahr arasında
Hurşîd-i cihan-tâb ile tartılsa sezâdır
(Günümüz Türkçesiyle)
Bu İstanbul şehri ki, paha biçilmez ona
Tüm İran mülkü feda olsun tek bir taşına
Öyle tek bir incidir iki deniz arasında
Yeridir dünyanın güneşi ile tartılsa
Kimi bir camii, kimi bir çeşme, kimi bir han, kimi vakıf, kimi türbe…
Türbe demişken konuya dönelim bence, her ne kadar ecdadın bıraktığı o mirasa bugün ne kadar sahip çıktığımız ayrı bir mevzu olsa da o konulara şimdilik pek girmeyeceğim…
Hani dedik ya kıyamete kadar sevdalılarının hiç bitmediği şehir diye… “Şehrin sevdalısı çok ta Şehrin sevdası tek” derim hep ve Payitahtı anlatmaya aynı yerden başlarım…
Fatih’in, Fethin sembolü Ayasofya’dan…
Şehir sevda, Ayasofya Hüzündür…
Mihraba bakar duygulanırsın, minbere bakar derin bir ah çekersin, içeride ayakkabı ile dolaşan onca insanı görünce de elleri Semaya açarız ve …..
Neyse…
Dolaştıkça, Anlattıkça, Dinledikçe, Gördükçe ayrı bir hüzünleniyor insan, Cennet Mekân Fatih Sultan Mehmet Han Hz.lerinin kıyamete kadar camii olarak vakfettiği bu kutsal mabedi…
Biz sizlerle Ayasofya’yı başka bir güne bırakalım, birlikte dertlenip birlikte hüzünlendiğimiz bu günlerin ardından baharın geleceğine ve Ayasofya’nın tekrar asıl göreviniyapacağı günlerin geleceğine inanan bir kardeşiniz olarak Ayasofya için sevineceğimiz günlerin yakın olduğunu düşünüyorum.
Sultan Selim Dönemi
Bugün sizlerle Ayasofya’nın hemen yanı başında Kanuni Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan’ın oğlu İstanbul’da doğarak Saltanat makamına gelen ilk padişah olan 90. İslam Halifesi ve 11. Osmanlı Sultanı, Sultan II. Selim Türbesini ziyaret edeceğiz…
Ama önce kısaca 2. Selim döneminde yaşanan önemli olaylara bi bakmakta fayda var diye düşünüyorum…
Sakız Adası’nın Fethi, Bobokça Kalesi’nin Fethi, Yemen’in Yeniden Fethedilmesi, Açe Seferi, Kıbrıs’ın Fethi, Don – Volga Projesi gibi birçok olay Sarı Selim olarak tanıdığımız II. Selim döneminde yaşanan bazı önemli gelişmelerdir.
İnebahtı Deniz Savaşında alınan yenilgi kısa süreli olumsuzluklara neden olmuşsa da İnebahtı Deniz Savaşı yenilgisi dendiğinde akla gelen en önemli nokta dönemin sadrazamı Sokullu Mehmet Paşa’nın Venedikli elçiye söylediği şu tarihi cümle olmuştur:
Biz Kıbrıs’ı alarak sizin kolunuzu kopardık. Siz donanmamızı yakarak uzayan sakalımızı tıraş ettiniz. Kopan kol yerine gelmez ama tıraş edilen sakal daha gür çıkar
Bu yenilgiden sonra savaşta başarılı olan tek denizci Kılıç Ali Paşa Kaptan-ı Deryalığa yükseltildi. (Kılıç Ali Paşa’nın hayatı ve Tophanede yaptırdığı Ayasofya’ya benzerliği, birbirinden ilginç hikâyeleri ile dikkatimizi çeken Kılıç Ali Paşa Camii ve hikâyelerini 08.04.2020 tarihli yazımızda bulabilirsiniz)
Sultan 2. Selim veya halk arasındaki isimi ile Sarı Selim Mekke-i Mükerreme’nin suyollarını tamir ettirmiş, Mescid-i Haram’ın mermer kubbelerini güzelleştirmiş, Lefkoşa’da Selimiyle Camii yaptırmış, Edirne’de Selimiye Camii inşa ettirmiştir. ( Selimiye Camii için, niçin Edirne’nin seçildiği kesin olarak bilinmemektedir ancak Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde, Sultan’ın rüyasında, Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) gördüğünü ve onun kendisinden Kıbrıs’ın fethi anısına bir camii yaptırmasını istediği ve bunun üzerine bu caminin yapıldığı yazmaktadır.)
Ayrıca Sultan, şiirlerini “Selîmî” mahlasıyla yazmıştır.
Yazdığı şu beyit, Türk şiirinin en güzel beyitleri arasında kabul edilir;
“ Biz bülbül-i muhrik-dem-i şekva-yıfirâkız
Ateş kesilir geçse sabâgülşenimizden ”
(Günümüz Türkçesiyle)
Biz ayrılığın gül bahçesinde, yanık ve ateşli şakıyışlarıyla meşgul olan öyle bir bülbülüz ki eğer bahçemizden geçecek olan saba yeli bile olsa tutuşur yanar da ateş kesilir.
Çinileri çalınan türbe…
İstanbul Türbelerinin en güzellerinden biri olup, Ayasofya haziresindeki türbelerden biridir. Mimarlık tarihinde çağ açan Mimar Sinan’ın yaptığı 18 türbeden bir tanesidir. Sultan henüz hayatta iken Mimar Sinan’a kendisi için Ayasofya’nın yanında bir türbe yapmasını istemiş, fakat 1574′ te öldüğünde türbe henüz bitmemiş olduğundan, türbenin inşasına devam edilerek Sultan’ın vefatından üç yıl sonra (1577) tamamlanmıştır.
Sultan II. Abdülhamid’in diş hekimi
Dışı tamamen mermer kaplı, kare planlı, çifte kubbeli ve sekiz köşelidir. Türbe yapı itibarı ile Kanuni Sultan Süleyman Türbesini andırmaktadır. Giriş kapısının iki yanına beyaz zemin üzerine mor, kırmızı, yeşil, mavi çiçek desenli çini panolar yer almaktadır. Bu çiniler 16.yüzyılın en güzel çini örneklerindendir. Ancak türbenin girişinde kapının sağında ve solunda yer alan çinilere dikkatlice bakıldığında aynı zamanda yapılan bu iki çini panodan sol taraftaki çini panonun sağ taraftakine göre daha soluk bir renge sahip olduğunu görürsünüz. Çünkü sol tarafta yer alan bu çiniler türbeye ait gerçek çiniler olmayıp aslının taklididir. Zaten az çok bu işten anlayan birinin renklerine bakıldığında hemen anlayacağı bir durumdur bu. Sol taraftaki orijinalinin kopyası olanı yüzyıl bile olmadan solmuş olmasına rağmen, orijinal pano, 500 yılı aşkın süredir güzelliğiyle herkesi kendisine hayran bırakmaya devam ediyor.
İstanbul’da diş hekimliği yapan ve Sultan II. Abdülhamid’in de diş hekimi olan, eski eser koleksiyoncusu Albert Sorlin DORIGNY tarafından 1895 yılında restore edilmek üzere Fransa’ya götürülen bu panonun imitasyonunun yapılarak yerine takıldığı, orijinalinin ise bugün Fransa’da Dünyanın en önemli müzelerinden biri olan Louvre Müzesi’nin “Arts of Islam” ( İslam Sanatı ) bölümünde 3919/2-265 döküm numarası ile sergilendiği bilinmektedir. (Louvre Müzesi’nde yaklaşık 35 bin eserin sergilenmekte, İslam Sanat Eserleri Bölümü’nde yaklaşık 17 bin 500 eser bulunmaktadır.)
Aslında bu müzede Albert Sorlin DORIGNY tarafından müzeye satılan Mescidi Nebevi tasvirli İznik Çinisi de her ne kadar “İznik’te bulundu” olarak gösterilmeye çalışılsa da muhtemelen İznik veya Bursa’da bir cami ya da türbeden çalınarak buraya getirilen bir eser olduğunu düşünüyorum. Tabi bunun için ayrıntılı bir çalışma yapılarak nereden çalındığının ortaya çıkarılması da elzem bir konudur.
Aslında burada sorulması gereken en önemli soru Dünyaca ünlü bir müze olan Louvre Müzesi’nin hiç çekinmeden çalıntı olduğu ve Sultan Selim türbesinden çalındığı açıkça ortada olan bir eseri nasıl sergilediğidir?
İsm-i celal ve cihar yar-ı güzi
Türbeden içeriye girildiğinde ilk dikkat çeken unsurlardan birisi de zeminden 4.5 metre yüksekliğe kadar yer alan çinilerdir. Pencerelerin üzerinde lacivert zemine beyaz celi-sülüs yazı ile oldukça belirgin bir şekilde yazılmış ayetlerden oluşan geniş bir yazı kuşağı boydan boya dolaşmaktadır. Bunun yanında ise ism-i celal ve cihar yar-ı güzi’nin (Peygamber Efendimiz ’in en yakın dostları olan ilk dört halife anlamına gelir) isimlerini oluşturan yuvarlak madalyonlar yer almaktadır.
Türbede 42 sanduka yer almaktadır. Girişin karşında, Sultan II Selim yatmaktadır. Padişahın bir yanında oğlu III. Murad’ın annesi olan ve 1585 yılında vefat eden Nurbanu Sultan, diğer yanında ise kızı ve Piyale Paşa’nın eşi Hacer Güherhan Sultan, onun yanında, diğer kızı İsmihan Sultan yatmaktadır. Kapıdan girişte soldaki iki sandukadan biri, II. Selim’in kızlarından ve Siyavuş Paşa’nın eşi Fatma Sultan’a aittir. II. Selim’in oğulları Süleyman, Osman, Cihangir, Mustafa, Abdullah ve III. Murad’ın oğulları ve kızları da bu türbede yatmaktadır.
Devlete ve bu millete hizmet ettiler
Her biri bu devlete bu millete ayrı ayrı hizmetleri bulunan değerlerdir. Allah Rahmet Eylesin Mekânları cennet olsun…
Yeri gelmişken Payitahtta çinileri çalınan eserlere şöyle bir bakmak gerekirse ilk akla gelenlerden bazıları Eminönü’nde bulunan Yeni Cami ve Rüstem Paşa Cami, Topkapı’da eşsiz hikâyesi ve görüntüsü ile dikkatleri üzerine çeken Takkeci İbrahim Paşa Cami örnek olarak verilebilir…