Sen bir devsin, yükü ağırdır devin…
-Necip Fazıl Kısakürek-
Yaşamak dediğin mes’uliyet demektir kâri. Yaşamak dediğin nefes almak değildir sadece. Yaşamak bir gaye belki, bir dava, mefkûre ve bir mecburiyetten ziyade mes’uliyettir yaşamak. Doğmak değil elbette bahsettiğim. Kimse bu âleme gelmeyi kendi ihtiyarıyla seçmiş değil zira. Hoş öyle bir hakkı olsa belki seçecek de değil. Lakin yaşamak dediğim başka, bir inanmışlık ve belki adanmışlık…
Sana çok kez söyledim biliyorum. Ama tekrarından da inan hiç imtina etmiyorum. Zira bu dünyada akan her gözyaşından onlar sorumlu değilse de ve dünyanın bütün kara lekelerini onlar çalmış olmasa da bu âlemin yüzüne lakin onların yüzleri kara biliyorum. Ve hiç sakınmadan, saklamadan söylüyorum ve inanıyorum ki “batı” denen şey de bir puttur. Ve bizim itikadımızca tam da orta yerinden kırılmalıdır bütün putlar.
Hem batı derken bir coğrafyadan bahsetmiyorum sana. Bahsettiğim bir zihniyet… Aşağılık, rezil ve sefil bir zihniyet… İşte belki de bunun için doğu Türkistan’da Müslüman çocukların canlarına kast eden Çin de batıdır benim nazarımda, Gazze’de insanı değil insanlığı katleden İsrail de batıdır, sırf Müslüman diye kucağındaki çocuğuna bile aldırmadan bir babanın ayağına çelme takan da, sahile vuran bir çocuk bedeni üzerinden kendi propagandasını yapan da, zalimin yanında olan da, zulmün karşısında susan da, bütün bunlara bigâne kalan da her kimse ve neredeyse de benim kanaatimce batıdır…
“İyileri vardır elbet” diyeceksin bana biliyorum. Ve sahiden de vardır. Lakin onlar bu zihniyetin dışında kalıp da yalnız ve yalnızca batı denen coğrafyada doğmak ya da yaşamak mecburiyetinde olanlardır.
Biz bu değiliz kâri. Biz böyle değiliz. İğrenilecek bir hale imrenmiyor muyuz sence de? Omuzlarımızdaki yükleri attık mı sahiden de? Kutlu bir dava uğrunda ve karanlığa nur salmak için bütün neyi varsa verip de gidenlerin davasına ihanet mi ettik? Bilmiyorum ve bilmek de istemiyorum zira acı veriyor bilmek. Ama şunu iyi biliyorum ki er düştüğü yerden kalkar. Ve o er dediğim kişi senin ruhundur ve düştüğü yer de senin doğduğun yerdir.
Anlamıyor musun? Âlem seni bekliyor ve sana muhtaç âlem. Yaşaman için değil belki ama yaşatman için seni bekliyor. “Batı” denen o putu kıracak sensin, görmüyor musun? Hala Pakistan’da senin ismini anarak ve senden medet umarak uyuyorsa çocuklar, Somali’de bebeklerine İstanbul diye isim veriyorsa kadınlar, silahtan, savaştan ve zulümden kaçıp da sana sığınıyorsa insanlar, “batı” dediğim o rezilin dilinde halen dahi düşman diye senin ismin terennüm ediliyorsa ve bu dünya bu kadar zulmün karşısında hala erimiyorsa, seni bekliyor demektir. Kaybedilen şey elbet ki kaybedildiği yerde aranır. Ve dünya, insanlığı senin yaşadığın yerlerde kaybetti. Son sığınağı sendin insanlığın. “Batı” dediğim o putun başını sen kırmıştın, onun karşısında ayakta bir sen kalmıştın. Herkes sükût ederken zulmün karşısında sen ağlamıştın.
Devsin sen… İnanma anlattıkları o sefil yalanlara. Yükün ağır biliyorum. Lakin kalk artık düştüğün o yerden. Zira vakit tamam oldu. Ve şairler sana söyledi şiirlerini ve sustu;
Sen bir devsin, yükü ağırdı devin
Kalk ayağa! Dimdik doğrul ve sevin!