Adaletin bu görünmez bağı kurması gibi, bir varsayım olarak her zaman var olduğu kabul edilir. Çünkü o fıtridir, doğaldır, ontolojik gereklidir…
Adaletin yeryüzünde her bir somut olayla ortaya çıkan somut olay adaleti mi yoksa gökyüzünde ideal bir noktada duran soyut ve erişilmesi imkânsıza yakın bir ideal mi olduğu tartışması çok eski bir tartışmadır.
“Olması gereken hukuk” bakımından bir ideal olan “adalet”, aslında sürekli kendisine koşulması yürünmesi gereken bir hedeftir. Bu anlayış, hukukun gelişmesine ve sürekli olarak daha iyi, doğru ve adil olanı aramaya yönelten bir katkısı olacaktır. Kanun metinleri iyileştirildikçe ona yaklaşılmış olur, ancak hiçbir zaman mutlak adalet yeryüzünde tecelli edemez. Nisbi adalet, bu ideale daha da yaklaşır, ancak yine ona erişemez. Çünkü o, bir “Kızılelma” olarak yaklaştıkça ve kazanıldıkça fethedilecek yeni kapılarla önünüze açılır.
Adaletin bu görünmez bağı kurması gibi, bir varsayım olarak her zaman var olduğu kabul edilir. Çünkü o fitridir, doğaldır, ontolojik gereklidir. Varken kıymeti yeterince bilinmese de yokluğunda huzursuzlukların, kargaşa ve isyanın kapısı aralanmış olur.
Adalet kavramına yazılı bir kaynağa dayanıp dayanmaması bakımından değer verilmez. Onun yeryüzünde olması ve ulaşması gerektiği noktada görmek yerine, gökyüzüne hapsedilmiş bir ütopya olarak görmek başlı başına bir adaletsizlik olur. Adaletin kaynağının neresi olduğundan çok, somut bir şekilde uygulanma sahası mutlak şekilde yeryüzüdür. Bunu erişilemez bir ütopya olarak görmek veya tevillerle sulandırarak hayatın dışına itmeye çalışmak inancın emirlerinin ve insan tabiatını aksinedir.
Onun soyut bir ideal olduğunu veya gökyüzünden birdenbire düşecek bir sürpriz olduğunu düşünmek saf bir iyimserlik olur. Ancak insanların çabaları, o soyut değeri, yaşayan bir gerçeğe, insanın hizmetinde mutluluğu üretecek bir mekanizmaya dönüştürebilir. İnsan onu yeryüzüne somut ve pratik adımlarla indirmelidir. Adaletin tamamlayıcısı olan hakkaniyet (Kıst, qıst), somut olay adaletine uygulanacak daha pratik bir vicdan ve denge ölçütüdür.
Sokakta, dairede, pazarcının terazisinde, öğretmenin takdirinde, hâkimin kaleminde, idarecinin kararında, siyaset ehlinin oyunda vb. kısaca hayatın içinde olduğunda hayatın rengini değiştirecek güçte bir üst ve kaynak değer olarak adalet ve hakkaniyet yan yana yürümelidir.
Adalet insan topluluğunun birbiriyle bağının ötesinde, aynı zamanda insanların devletle olan ilişkisinin ve devletlerin uluslararası ilişkiler ve politika ile birbiriyle olan bağlarının ve ilişkilerinin düzenlenmesinde “olmazsa olmaz” bir kavramdır. Bu üst kavram, insanlar arası ilişkileri düzenleyen “özel hukuk”un; devlet insan arasındaki “kamu hukuku”nun ve devletlerin birbiriyle ilişkisini düzenleyen “milletlerarası hukuk”un ortak değeri olarak her seviye ilişkide kullanılabilecek bir anahtardır.
Adaletin, insanların günlük ilişkilerinin ve bütün farklı renk ve kimliklerinin ötesinde “insan kardeşliği” noktasında birbirine görünmez bağlarla bağlayan yüksek bir bağ olduğunu unutmamalı. Dünya, adaletin sesine kulak verseydi, insan ilişkileri adalet minvalinde daha insanî olurdu; Bütün dünyada kamu yönetimi ve idare, adil yöneticilerin elinde bir sanatkâr inceliğiyle icra edilirdi. Uluslararası ilişkilerde Bosna, Arakan, Çeçenistan, Suriye ve Irak, D. Türkistan veya diğerleri dram ve kâbuslar yaşanmamış olacaktı.
Yöneticilerin, adalete mevcut hukuk yani pozitif hukuk uygulanarak adaleti kanun ile sınırlı görmek istemesi kolaycılık; ancak, asgari bir gerekliliktir. Aksi halde adaleti her somut olayda kanun içerisinde sıkıştırmaya çalışmak, adil olanı soyut ve üst seviyedeki bir ölçütle denetime tabi tutmamak, çoğu kez hakkaniyetten uzak sonuçlar doğurur. Yeryüzünde özellikle mahkemeler veya yöneticiler eliyle uygulamalarda somutlaşmış olan adaletin bir mihenk, mik
yas (ölçüt) olarak bulunması gerekir. Bu ölçü ise “olması gereken” anlamındaki “ideal adalet”tir.
“Somut olay adaleti”ni gerçekleştirmeye çalışmak, gerçekçi, elle tutulur ve sonuç odaklı bir gerçeklik arayışıdır. Doğru olanın ve hakkın aranması, hakikatin (gerçekliğin) aranmasının öncülüdür. İşin ruhunu temsil eden bu soyut tartışmaları, her bir davanın, hareketin, eylem ve davranışın pratiğine indirmeyi başarmadıkça, gökyüzünün emri de, aklın gereği de yerini bulmamış olur.
Kitap, kötülüğe maruz kalındığı zaman bile adaletle karşılık verin diyerek yüksek bir erdem ve ahlaki ilkeyi ortaya koyuyor. “Ey inanlar! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile tanıklık eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz, sizi asla adaletsizliğe itmesin. Adil olun…” (Kur’an, 5:8.)
İnsanlar arasındaki ilişiklerimizde veya terör örgütlerinin ölçüsüz ve insafsız eylemleri, ihanetleri, tuzaklarına ve uluslararası düzenin gayrı adil muamelelerine uyanık olmalı ve buna rağmen, Aliya gibi “Düşmanlarımız bizim öğretmenlerimiz olamazlar” diyebilmeli.
Her zaman muhtaç olunan ve bir gün herkese hiç umulmadık zamanda lazım olacak olan adalet üst idealine sarılmaya ısrarla devam etmek, insan olarak hepimizin, bütün Türkiye’nin ve bütün bir coğrafyanın menfaatinedir…