Bu felsefenin en önemli ayağı insan kavramı ve insanlık onuru (human dignity) kavramlarıdır. Kavram bildiğimiz şeref, haysiyet, izzeti nefis vakar, erdem gibi diğer kelimelerle bazen örtüşür bazen de onlarla yan yana anlam kazanır.
İnsan, diğer insanlar üzerinde mülkiyet kurulamayacak bir varlık olarak insanlık onuru (human dignity) ile ifade edilen izzet ve onura sahiptir. İnsanın, iç dünyasında dünyaları içine alan sonsuz bir zenginlik varken dış dünyasında insan, inşa edici, medeniyet kurucu ve geliştirici bir potansiyele sahiptir ve bu özellik ve ayrıcalıklara sahip olan yegâne varlıktır. Sebep sonuç ilişkilerini kurarak faydalı sonuçlar çıkarabilme, sentez yapabilme, deneyip yanılarak öğrenme, özetle, muhakeme (yargılama) yeteneği onu farklı ruh dünyası ile birlikte düşünüldüğünde diğer varlıklara göre tamamen ayrıcalıklı kılıyor.
Yeryüzündeki akıl zorunlu olarak, gökyüzünün öğretisi olan vahiy ise didaktik surette insanı bütün evrenin merkezine yerleştiriyor. Bütün evreni anlamlı kılan varlık olarak “insan” olmadığında, dünya da içindeki diğer varlıklar da aynı anlamı taşımaktan uzaklaşıyor.
Temel felsefi dayanak olarak ise insanı değerli kılanın yeryüzünde Yaratıcı’nın “ardılı” olarak kendisine paye verilen ve sadece insan olması yönüyle değerli olan en güzel biçimde forme edilerek ödüllendirilen (ahsen-i takvim) eşsiz varlık insan. Ş. Galib’in ifadesiyle evrenin özü (zübde-i âlem)…
İnsanın hayatını, haysiyetli, şerefli (onurlu, vakur, erdemli) şekilde sürdürebilmesi, insanın doğasından gelen yani fıtri bir beklentisidir. İnsanın kendi varlığı, kimliği ve maddi manevi-birikimleri bu değerin parçalarıdır. İnsana değerini veren sadece ontolojik varlığı değildir. O değeri anlamlandıracak ve onu ortaya çıkarabilecek güç, toplum ve toplumu yöneten idarenin insan anlayışı ve yaklaşımıdır.
İnsanın onuru, bedeni, ailesi, ismi ve hatta cesedi sadece insan olması dolayısıyla saygıya değerdir. Bu saygıya layık olma durumu, milliyet ve inancı ne olursa bütün insanlar için geçerli bir kuraldır. Diğer dinlerden olan insanların hakları da koruma altına alınır ve mezarlıkları bile sadece “insan olma” ortak paydası altında değerli kabul edilir.
İdarenin temel felsefesi yeniden kurgulanırken, merkezi değer olan “insan” kavramı üzerinde bütün kavram ve kurumlar örgülenmelidir. İnsan bu yüksek manevi değeriyle, uygun şekilde ve usulünce yönetmeyi ve yönetilmeyi en fazla hak eden varlık olmaya hak kazanıyor.
İnsan türünün, kendi elleriyle inşa ettiği devlet ve yüzyıllarca farklı usullerle belirlediği idareciler bir emanetin taşıyıcısıdırlar. Bu varsayımı, ister Hobbes, Rousseau, İbni Haldun mantığıyla isterse dini gerekçelerle olsun kabul etmek toplum –idareci arasındaki ilişkinin sağlığı ve anlamlandırılabilmesi için gereklidir. Mesela, yükselişte oldukları dönemlerde İslam devletlerinde idareciler, zaman geçtikçe kendilerini insanın ve onun oluşturduğu toplumun hâkimleri olarak değil, “hadimleri” olarak nitelendirilmeye başlamıştır.
O zaman idarenin felsefisini kurarken ilk değerlerden birisi olarak “insan” ve “insan onuru” esas ve temel kavramlar arasında belirlenmeli, dikkate alınmalı ve hayata geçirilmelidir. Aile reisinden ve dairedeki şeften başlayarak her seviyedeki yöneticinin insan odaklı bir yönetimi söylemden eyleme, kuvveden fiile geçirme yükümlülüğü vardır.
Yönetimde politik gerçeklik ile artık, bir ahlaki bir arayıştan uygulama ilkesine dönüşen “insan onuru” anahtarının her fırsatta bir maymuncuk kavram olarak kullanılması teamüle dönüşmelidir. Kavram, hukuki boşlukları hakkaniyete uygun şekilde doldurmanın en pratik aracı olmaya layık bir kavramdır. Yargı kararlarında, idari-istişari ve siyasi kararlarda insan onuru ve “insan merkezli” anlayış kendisini her noktada hissettirilmelidir.
Bunun güncel pratiğinin örnekleri ister geçmiş vakıf medeniyetinde isterse AB müktesebatı çerçevesinde düşünülsün mutlaka uygulamaya geçirilmelidir. Geçmişte çok farklı kararlarda kullanılan “insan onuru” kavramı ideolojilerin üstünde ve yığınları millete dönüştürecek bir mutabakatın “adalet” kavramıyla birlikte temel zeminini oluşturacak kadar güçlüdür.
Anlaşılarak pratiğe dökülmesi halinde “insan onuru” kavramı, yine adalet üst değeriyle birlikte, ruhsuz ve mekanik bir yönetimin “ruhu” olmaya adaydır. Kavram, insanın hak ve hukuku veya temel hakların doğru yorumu için de gereklidir.
Bu iki kavramın yönetime uygulamasına yansıması sosyal adaletten, gelir dağılımına, eğitim, sağlık, planlı ve çevreye saygılı yaygın ve yatay bir şehirleşmeye maddi, manevi ve psikolojik gelişimine; sağlıklı beslenme, adil yargılanmadan, hapishane standartlarına, uygun şartlarda aile kurabilme ve devam ettirebilmeyi sağlayacak bir sistem, insan merkezli bir sistemin işaretçileri anlamına gelir. Bu arayış dünün, bugünün ve yarının arayışı olarak devam ettirilmelidir.
Bugünkü yazımızı Konfüçyüs’ün bir sözüyle tamamlayalım: “Büyük ve üstün insan erdemi, küçük insansa sadece rahatını düşünür. ‘Üstün insan’ kanunlar konusunda kafasını çalıştırır; küçük insansa kendi çıkarını aramaktan ötesine bakmaz.”
(Devam edeceğiz…)