İnsan neslinin tükenişini değil, insanın kendinde tükenişi yapay zekada buluşturur arayışı…
Kimisi Âdem ve Havva’nın başladığı yere hazırlar kendini, kimisi de o başlangıcı sorgular. Daha ötesine gitmek isteyen, hayallerinden intikam alır. Hepsi arayış sanatı.
Görüntü ile hikâye yazarken, kalbin ve aklın sınırlarını o anki atmosferde ustaca dengelenmeli. Zaman, mekân ve ses vurgusu bütünleştiğinde bazı cümleler oyun dışında kalanlara şah çeker. Ve istenilen mesaja, isteyen kendi mesajını verir iç dünyasında. Yapay zeka, insanın yerini ne denli doldurabilir ve sükunet dediğimiz cephe mi açılacak soruları şimdilik cevapsızdır. Dünyada kim ses yaparsa yapsın, kargaşa bitmeyecek. Cennetin huzuruna gebe bir âlemde canlıları hizaya çekmek, hikâyeyi kopyalamaktan öteye geçemez.
“İnsan aynı anda hem bu kadar güçlü, erdemli ve muhteşem hem de bu kadar kötü niyetli ve bayağı mıydı sahiden” diyor, doğumda annesini kaybedince, babası tarafından büyütülen, İngiliz yazar Mary Shelly. Bilim kurgunun mimarisi olarak da anılan yazarın hayatı incelediğinde korkularına göndermeler yapmış olduğu dikkatten kaçmaz. Son bilim kurgu filmlerinde, yapay zeka öne çıkıyor. 2019 yapımı, I Am Mother (Ben Anneyim) filmi, yüksek teknoloji bir sığınakla yapıyor açılışı. Ekrandaki görüntülerden burasının nüfus yenilenme tesisi olduğunu anlıyoruz. Yaşayan insan sayısı sıfırdır. Yeni bir insan nesli oluşumunu başlatmak için robot (anne) birini seçerek işleme koyar ve 24 saat içinde bir bebek dünyaya gelir. Droid, kıza annelik yapmaya başlar. Ninniler söyler, yemek hazırlar, sıkı bir eğitim verir. Ve dış dünyanın yaşanılmaz bir yer olduğunu anlatır. Kız büyüyüp sorular sormaya başladığında filmin heyecanı artar.
“Sen nereden geldiğini merak etmiyor musun anne. –hayır ama senin merak etmeni anlayabiliyorum.” Duyguları olmayan biri, anlamakta ne kadar dürüst olabilir ki. İnsan kendini bulmak için, kendinde kaybolduğunu fark etmesi gerekliğine sığınmak istiyoruz belki de. Ve insan verili bir yapıyı taşıdığı için, iyi ve kötü yer değiştirdiğinde o yeni yüzde de kendini arar. Büyük fotoğraf Âdem, Havva ve yasak elmadır. Ana karttan ayrılış değildir yaşam! İkinci ekranda yani yeryüzünde de görülecekti insanın ayak izleri. Bu sınavın içinde isyan, korku dalgası hayaller zorladıkça bazı insanı o imkânlarda tükeniş başlar.
“Kardeşlerimizle aynı anda niye doğmadık” cevabına ‘İnsan yetiştirmek zor’ cevabı gelir. Evet, embriyoları küçük kıza göstererek soruyor kıza anne droid “Kocaman bir aile, hep birlikte. Bu seni mutlu eder miydi?” Babasız bir ailede çocuk ne kadar mutlu olabilir ki? Yönetmen yeni nüfus oluşumunda babaya yer vermemiş. İnsanlığı anne eğitip, geliştirecek.
Kızı her gün sınava tabi tutarak çalıştıran anne, ödül olarak bir embriyo seçerek hayata başlatır. Bu arada yaralı bir kadını içeri alınca kız, işler değişir. Dışarıda bunun gibi birçok drodin olduğunu ve insanları öldürdüğünü söyler. Kız kendi gibi insan olan birine inanmayı tercih eder ve sığınaktan kadınla birlikte kaçar. Gittikleri yerde başka insanların olmadığın gördüğünde kandırıldığını anlayıp, kardeşini kurtarmak için geri döner. İnsanın, insanda kandırılması! Öğelere ayrılmayan kilit bir cümle bu. Tuhafız nedense.
Zeki ve öğrenmeye yatkın embriyoların, hayatta kalmasına izin veren anne droidi, kız öldürmek zorunda kalır. O sahnede Robot – ‘Ama sen iyisin kızım’ der. Zeki olan ahlaklıdır, iyidir, hata yapmaz. Mükemmel olanın yaşama şansı olmalı dünyada. Artık acıma duygusuna teknoloji çağında yer yoktur. İyinin adı dijital çağda varlık, imaj, gösteriş ve bencillik. “Sistem, sana benzemeyeni yok etmezsen, sen yok olursun” algısını örneklendirip, yaşam enerjisi olarak sunmakta.
Bilimsel etkileşim ile anlaşan insan felsefesi, iç evdeki çatışmayı reddedildiğini dikte eder. Burada akıl, ahlak ve doğruluk vardır. Hileye yer yoktur. Ne acı ki mutluluk da insanda önemini yitirir. Kendini keşfedemeyen insanın, hayalleri ile kendi neslini disiplinize etmesi trajediden de ötedir. Bu da arama biçimidir aslında. İçindeki sese ulaşmak için, belki de akıl ve üretilen doğrular çizelgesinde hırpalanmak gerekir bedeli ağır olsa da. Bu da yasak meyve programının bir yansıması, yani sınavlara doğuş kodu olabilir mi acaba? Aklın ahlakında hissizliğe motive oluş, kalpten ayrılıştır. Bu noktada yapay zeka bir nevi ironidir. Donuk, tatsız, puslu bakışlar, göğün altında ararlar maviyi. Çünkü yaşam gözleri, renkleri değiştirmiştir.
Sürükleyici bir filme imza atan yönetmen Grant Sputore diğer bilim kurgu filmlerinde olduğu gibi mısır tarlasını ekrana getirmiş. Hayal gücü belki başka filmlerde mısırı aşar… Bugünün penceresine şöyle sesleniyor Hasan Hüseyin Korkmazgil: “Gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç. O elmanı tadı orada, o kuş çoktan öttü, bitti /Artık çocuk değiliz, susarak da bir şeyler diyebiliriz.”