Hayat insana bahşedilmiş en büyük imkândır.
Bizi var eden iradenin açtığı hayat alanında kendi seçimlerimizle hayat yolculuğunu sürdürürüz.
İnsanın bu dünya hayatında, mutlu ve huzurlu olmaya çalıştığı gibi bu mutluluğu ve huzuru kalıcı yani ahiret mutluluğuna dönüştürmektir aslolan; yani daimî bir mutluluk.
Gayretimiz, çabamız, uğraş ve mücadelemiz hep daha fazla mutlu olmak için ortaya konur.
Mutluluğu kaybetmek istemeyiz.
Yakaladığımızda bırakmak, bizden uzaklaştığında peşinden ayrılmak istemeyiz.
Bir ömür boyunca mutluluğun peşinden koşarız ama daimî mutluluğu bu dünyada elde edemeyiz.
Hesaplarımız, planlarımız hep daha fazla mutlu olmaya dönüktür.
Okumak, çalışmak, daha iyi bir iş bulmak ya da iş kurmak, iyi bir yuva sahibi olmak vs. gibi isteklerimiz ve gayretlerimiz hep mutlu olmak içindir.
Bu dünyada hiçbir insan yoktur ki, sürekli mutlu olsun.
Dünya hayatımız anne karnındaki süreçle başlar ve bebeklik, çocukluk, gençlik duraklarından geçerek devam eder.
İlahi İrade, yaşamımızı ‘erken’ dönemde noktalamayı takdir etmemişse; hayat yaşlılık ve nihayetinde ölümle biten bir sermayedir.
Bu sermayeyi nasıl kullandığımız, nerede sarf ettiğimiz; kalıcı mutluluğumuz için çok önemlidir.
Ölüm biz Müslümanlar için bir son değil, bir sonraki hayatın başlangıcıdır.
Ölüm bizim için bir yok oluş değil, hakikate daha da yaklaşmaktır.
Öyle olduğu için tavır, davranış ve eylemlerimizi ölümden sonraki hayatı dikkate alarak şekillendirmeye ve yönlendirmeye çalışırız.
Dünya bizim için bir imtihan yeridir.
Bir eğlence, hoş vakit geçireceğimiz, kendimizi avuttuğumuz, oynadığımız ve oyalandığımız bir yer değildir.
Bizim için ahiret hayatı, dünya hayatının diğer yüzüdür.
Mutluluk bu iki hayatın birbiriyle çatışmasıyla, birbirinden koparılmasıyla elde edilemez.
Bizim bu dünyada yaşadığımız hayat, tek hayatımız değildir; bilakis kalıcı bir hayatın varlığına inanır ve dünya hayatının geçici olduğunu biliriz.
Dünya ahiretin tarlasıdır.
Buradaki ekileni ahirette biçeriz.
Burada ektiklerimiz ve ettiklerimiz ahirette meyve verir.
Ekmeyen biçemez; dikmeyen bekleyemez.
Ahirette mutlu olanlardan, sevinenlerden olabilmek için dünyada iyilik ve güzellik tohumları ekmek gerekir.
Hayat, durmak ve duraksamaksızın akan bir ırmak gibidir.
Hayat ırmağı tekdüze, monoton bir şekilde akmaz.
Hayat, bir okyanus gibidir; bu okyanusta sular kimi zaman durgun, kimi zaman devinimlidir.
Kimi zaman tsunamiler yaşarız, kimi zaman sütlimandır halimiz.
Fırtınalı günler yaşarız; hep kendimizi ve sevdiklerimizi güvenli limanlara taşıma gayreti içerisinde oluruz.
Kimi zaman sıkıntılar peş peşe gelir, bunalırız.
Kimi zaman sevinçlerimize sevinçler eklenir, rahatlarız.
Ama dünya hayatı nihayetinde geçicidir.
Geçici olan hiçbir şey insanda kalıcı mutluluk oluşturamaz.
Kalıcı olmayan mutluluk insanı tatmin etmez.
İnsan, mutluluğun peşinden bir ömür boyu koşturur.
İnsanın kalıcı mutluluğu yakalayıp yakalamaması; netice itibariyle son bulacak dünya hayatını aşan bir hakikatin izlerini takip edip etmemesi ile ilgilidir.
Hakikatin izlerini takip edenleri; içlerinde ebedi kalacakları mutluluklar, güzellikleri diyarı beklemektedir.
İnsan için yeryüzünde en fazla mutlu olduğu anlar bayram günleridir; insan bu günlerde daha fazla mutlu olur ya da olmak ister.
Mutlu olduğumuzda ‘bayram etmek’ tabirini de o yüzden kullanırız.
Bayramlar kardeşliğin, barış ve huzurun, birlik ve beraberliğin hâkim olduğu günlerdir.
Bugünler daha fazla kardeş olmaya, birlik ve beraberliğimiz üzerinde daha fazla durmaya ihtiyacımız olduğunu hatırlatır.
Tüm insanlığın mutluluk, barış ve huzur içerisinde olması için çabalaması gereken bizlerin, yani kalıcı mutluluğun taliplilerinin; birlik, beraberlik, kardeşlik ve insanlık adına daha fazla sorumluluk yüklenmesi gerekiyor.
Bayramın, sevincin ve mutluluğun büyüğünü; ahirette sorumluluklarını ifa etmiş, kardeşliğin ve insanlığın gereklerini yerine getirmeye çalışmış gönül erleri yaşayacaktır.
Bayram, işte asıl o zaman bayram olacaktır.
Hayırlı ve huzurlu bayramlar dilerim...