Her zaman ve her yerde karşımıza pat diye çıkan bir cümle vardır: “Emekli olunca Ege’de bir sahil kasabasına yerleşmek istiyorum.” Bu cümleye karşılık gelen duygu sadece Türkiye’de değil, öyle sanıyorum ki bütün Müslüman coğrafyada at koşturmaktadır.
Müslüman coğrafyaya bir karabulut gibi çöken bu duygunun kökenlerini hep merak etmişimdir. Neden bizim insanlarda yoğun olarak bir huzur arayışı bulunuyor? Ve neden bu arayışı, emeklilik sonrasına bırakıyoruz? Dahası, bu duyguyu neden bir ‘karabulut’a benzetiyorum da, ‘akbulut’a benzetmiyorum?
Bunun çeşitli nedenleri olabilir ama ben iktisat zihniyeti çerçevesinde açıklamanın daha makul olduğunu düşünürüm.
Bir şeye karşı istenç, arzu veya heves, pek tabidir ki o şeyin kişide/toplumda eksikliğine işaret sayılmalıdır. İnsan durup dururken, işi gücü varken neden onu bırakıp da hiç bilmediği/yaşamadığı yere gidip yeniden bir hayat kurmayı istesin? Bunun tek bir nedeni ve pek çok açıklayıcı cümlesi vardır: Yaptığı işi/bulunduğu yeri kendine uygun bulmadığı, sevmediği ve hatta “kötü” bulduğu içindir. Emekli olmadan önce yapıyor olduğu işe ya maruz kalmıştır yahut kendine uygun bir işi hâlâ bulamamış da olabilir. Ama en nihayetinde yapıyor olduğu işle kişiliği arasında bir ünsiyet peyda olmamıştır. Bu açıklamalar, kişinin işi ile ilişkisinin zorunlu bir ilişki olduğunu, tabiatına uygun bir şey olmadığının itirafı olarak da düşünülebilir.
Ama sadece bu değil. Kişi aynı zamanda bir mekân değişikliğini de istiyor. Bulunduğu yerde sevdiği bir işi yapmaktan veya dinlenmekten de bahsetmiyor. Başka bir yer, Ege veya sahil kasabası aranıyor. Mekân değişikliğinin de ötesinde aslında bu istenç. Masasına oturduğu zaman, pürüzsüz bir deniz manzarası olacak karşısında.
Şehrin karmaşık ve kaotik düzenlemesine de bir göndermeyi barındırıyor. Mevcut haliyle hiçbir şehir (şehrimiz/şehirlerimiz) insana emeklilik sonrası vaktini geçirme hayâlini kurdurtmuyor. Karışık ve düzensiz sokaklar, kaldırımları her mevsim patlayan, yeşili günden güne azalan mecrâlar, toplu taşımanın kolaylık olacağı yerde çileye dönüşü, çekilmez gürültü ve görüntüler, ufkunu giderek kaybeden şehir insanına en azından emeklilik sonrasında dayanılmaz görünüyor. Çekmek zorunda olduğu ve üzerindeki maliyeti giderek artan şehri terk etme umudu, ilk defa kişide bir tercihte bulunduğu/bulunacağı hisse kapılmasına neden oluyor.
Bu yönüyle “Ege’de bir sahil kasabası” arzusu, bir yandan kişinin işini aşkla yapmadığını ihsas ederken, diğer yandan kendinden kaynaklanmayan ve fakat içinde bulunduğu yerel örgütlenmelere karşı haklı bir isyanı da barındırıyor. Mazereti eline tutuşturulmuş bir birey heyecanıyla “kaçıyoruz” aslında itiraz edeceğimiz şeylerden: Kendimizden, toplumdan, yarattığımız örgütlenmelerden…
Üretmenin heyecanını yani meşki hiçbir zaman tadamamanın acısını bile fark etmeden göçeceğimiz dünyada küçük değişikliklerle unutmayı (sarhoşluğu) seçiyoruz,tâ ki biri “Ne yaptığının gerçekten farkında mısın?” diyene kadar…