Büyük Millet Meclisi’nde 550 m.vekili..
80 milyonluk bir ülke için çok fazla..
Amerika 330 milyon nüfuslu, yani Türkiye nüfusunun dört misli..
Amerikan Kongresi’ndeki üye sayısı, yanılmıyorsam, senatoda 100 senatör ve gerisi Temsilciler Meclisi üyeleri olmak üzere, toplam, 535 parlamenter sanıyorum.
Türkiye kadar nüfusu olan İran Meclisi’nde 290 m.vekili bulunuyor.
Turgut özal, 450 m.vekili yerine 550’ye çıkarmıştı.. Yanlıştı ve bugün de tamamen gereksiz..
Elbette bizdeki gibi, yığınla parlamenterlerin olduğu ülkeler de var..
Ama, güçlü ülkelerde genelde o kadar fazla parlamenter bulunmuyor.
*
Bizdeki bir diğer durum da, nüfusa nisbetle, bir dengesizlik..
78 milyonluk ülkemizde, ortalama olarak her 150 bin kişiye bir temsilci düşmesi gerekiyor.
Ama, geliniz-görünüz ki, hele de küçük illerde, 70 -80 bin nüfusa bir m.vekili düşünce, büyük illerde, 200 bin nüfusa bile bir m.vekilinin düşmediği görülüyor.
Tek m.vekilli il yok.. Her ilde en az 2 m.vekili olması öngürülüyor fiilen..
Böyle olunca da, Artvin, Bartın, Bayburt, Bilecik, Erzincan, Gümüşhane, Ardahan, Iğdır, Karabük, Kilis, Karaman, Kırşehir, Tunceli, Sinop, Yalova gibi iller de sadece 2 m.vekili bulunuyor. Bunlardan belki sadece Erzincan ve Yalova, hakkıyla iki m.vekili çıkarabilir.. Ötekiler ise, tek m.vekilini bile çıkaramıyacak durumda iller..
Halbuki, bu illerden az nüfuslu olanlar yakın bir başka ille birleştirilse, olur-biter..
Bu kadar zor mudur bu?
Çünkü, büyük haksızlıklıklara vesile oluyor..
Esasen, basit bir il olma yarışı sonunda il oldu, bunların bir kısmı..
*
Ve, yemin.. Ya da andiçme..
550 m.vekili, birer-birer gelip yemin ediyorlar, saatlerce..
Her seçimden sonra yaşanan bir komiklik bu..
Eli silahlı bir takım generaller, zamanında kendi isteklerini dayatmışlar, süngü ucuyla ve anayasa diye hâlâ da dokundurtmuyorlar..
Her m.vekili ilkokul çocukları gibi, çıkıyorlar kürsüye, önlerine konulan bir metni, inanmasalar da okumak zorundalar.. Bir de boyunlarına bir beyaz yaka taksalar tamam olacak.
Onu değiştiremiyorlar, değiştirmek isteyenler olsa bile..
Anayasa bir bütün olarak ya da bir çok maddelerin bir paket halinde değiştirilmesi mümkün olamıyorsa,..
Karşı çıkılan ve değiştirilmesinde anlaşılan maddelerin tek tek değiştirilmesi yoluna da gidilebilir..
*
Sonra nedir o ilkel yemin metni..
’Filanca kişinin ilke ve devrimlerine bağlı kalacağıma..’ diye yeminler..
Yahu, halk birilerini kendisine vekalet ve kendi isteklerini Meclis’te kendi adına temsil etsin diye seçiyor; 80 sene öncelerde ölen bir kişinin dârağaçlarıyla, diktatörlük yöntemleriyle ya da mâlum sofralarda alınan kararlarla gerçekleştirdiği ilke ve devrimlerine bağlılık yemini etsinler diye değil..
Böyleyken, m.vekili seçilip gelenlerin vekilliklerinin fiilen başlayabilmeleri için, önce resmî ideolojinin dayatması karşısında, sadece kendilerinin değil, kendilerini seçen millet adına da başeğmeleri gerekiyor.
Ondan sonra da, Yüce Meclis gibi nitelemeler.. Hür, özgür iradeyle seçilmiş ve kendilerini seçenleri hür ve özgür iradeyle temsil eden bir anlayış, nasıl olacak?
*
Ayrıca, illâ da yemin gerekiyorsa,
’Ülkenin istiklal ve birliğinin korunması ve halkın birlik ve kardeşliğinin sağlanması yolunda..’ gibi bir cümle bile yeter..
Onların bile yemine bağlanması hiç bir şeyi garanti etmemekte.. Çünkü, bir inanca dayanmamakta, inanç sistemlerindeki yeminlerinin özelliklerini ve yaptırım güçlerini taşımamakta..
Kaldı ki, Meclis’de yemin edenlerden kaç kişi, ettikleri o yemine göre hareket ediyor?
O yeminler, tiyatroya, sinemaya ya da bir maça girerken, kapıda gösterilmesi gereken bilet hükmünde.. O biletle, oynanan temsil, gösterilen filim ya da sergilenen maç arasında başka hiç bir benzerlik ve ilgi yok..
Keza, milletin vekili olarak seçildikleri kabul edilenlerin iradelerini daha baştan teslim alan, ibtal eden, onları taa baştan bir takım korkuların ve dayatmaların önünde boyun eğmeye zorlayan bir yemin metni..
*
Ve hele de 1960’lardan sonra daha bir ilkelleştirilerek dayatılan bu komik ve hattâ nice düşmanlıklara, aşağılamalara ve dayatmalara zemin hazırladığı için traji-komik yemin metni artık kesinlikle kaldırılmalıdır. Millete gına gelmektedir, ve onların saatlerce aynı metni tekrar tekrar okumalarından..
İnanç hassasiyetlerini gözetleyen bir arkadaşa sormuştum, ’O yemin metnini okurken rahatsız olmuyorsunuz?.’ diye.. 7 Haziran seçimleri sonrasında..
’Olmaz mıyız?’ demişti..
Ve eklemişti: ’Ama, mevzuu bâtıl olan bir konuda, bir dayatma gereği yapılan yeminlerin zâten aklî, kalbî ve itiqadî bir bağlayıcılığının olmadığını biliyorum..’
Öyle bile olsa, bu bir bakıma, resmî ideolojinin ve derin devlet kadrolarının millete ve vekillerine ap-açık bir dayatması.. O arkadaşıma, ’Ben olsam, öyle bir yemin metnini, her türlü neticesini göze alır, yine okumak istemezdim..’ demiştim..
*
Bu durum neye mi benziyor?
Hani, mahkemelerde, yargılamalar sonunda, netice ve taleb kısmında sanığa son savunması ve son talebi sorulur ya, işte öyle bir şeye..
-Evladım, yani suçsuzum ve beraetimi istiyorum diyorsun, öyle mi?’
Sanık dese ki, ’Ben zâten suçsuzum, siz benim suçumu ortaya koymadığınız halde ve ben de suçlu olmadığıma inandığım halde, ayrıca niye beraetimi isteyeyim..’ dese, kendisini ’Yüce Yargı’ diye takdim eden bu devlet kurumu ya mekanizması, o reddi bir dikkafalılık sayar ve o mahkemenin beraet talebini sanığa söyletinceye kadar, ona kanun adına ne gibi baskı ve dayatma imkanları varsa, onları uygular.
Ki, bunun mahkemelerde yaşanmış örnekleri nice vardır.
Meclis’deki yemin dayatmasının mantığı da aynı başeğdirici devlet anlayışı temeline dayanır.
Yani, psikolojik olarak teslim alma mücadelesi..
*
Meclis’deki son yemin -andiçme seremonisinde de benzer dayatma ve komiklikler yaşandı..
Bir hanım, ’Besmele’ çekerek başladı, o laik teslimiyet metnini okumaya.. Halbuki, okuduğu o yemin metni ile, ’Besmele’nin muhtevası, birbirini nakzeden bir durum arzediyordu.
Birisi doğru ise, öteki yanlıştı..
Birisi arabça bir kaç cümle okuyarak başladı..
Leylâ Zana da, 1991 seçimlerinde kürdçe yemin etmeye çalışmıştı..
Üç-dört m.vekili de ermeni etnisitesine mensub olduklarından, onlar da ermenice olarak okuyabilirlerdi.. Kıyamet de kopmazdı. Sen, onların Meclis’de m.vekili olarak bulunmasına imkan tanıyorsan, o da en tabiî haliyle, meramını kendi ana diliyle beyan etse, kıyamet mi kopar?
Kaldı ki, Osmanlı Meclis-i Meb’usânı’nda üyelerin etnik kökenlerine zâten bakılmaz ve bağlı oldukları inanç sistemlerine bakılırdı ve o Meclis’in yüzde 40’ı gayrimuslimlerden oluşurdu; henüz 100 sene öncelerde.. Yani, bugünden daha müsamahalı, daha hoşgörülü ve ileri bir anlayış.. Kemalist-laik diktatörlük ise, adını taşıyanın ölümü üzerinden 80 yıl geçtiği halde, hepimizi esir almaya devam ediyor.. Anadolu halkları, hiç bir padişahın, sultanın önünde, böylesine ve yüzlerce eğdirilememişti..
Şimdi ise.. Fikirler güya hürr, ama zihinler kelepçeli, hâlâ..
*
Leylâ Zana’nın yeminine gelince..
O, 24 sene önce de 1991 seçimleri sonunda girdiği Meclis’de ’kurdce olarak yemin etmek gibi bir büyük ve bağışlanmaz suç’ işlemişti.
Daha sonraki gelişmeler içinde apar-topar götürüldüler, kimileri kaçtı, yurt dışına çıktı; kimileri de, Leyla Zana’yla birlikte 10 yıl kadar zindana atıldılar..
Leylâ Hanım, yine Meclis’de.. Dayatılan yemin metnini okumadan önce, ülkede kalıcı bir barış için temennilerini kürdçe olarak dile getirdi.
Bunu bir de memnuniyetle karşılamak gerekir.
Bazıları ise, ’Kürd seçmenine selam gönderdi, bakınız, Meclis’de kürdçe konuşuyoruz, diye onları yüreklendirmek istiyor..’ diyorlar..
Ne mahzuru var? Kürd etnisitesinden milyonlarca insan da bu ülkenin, halkımızın en tabiî bir parçası değil mi? Onlar da ’Bizim dilimiz bu ülkede artık yasak değil.. Biz dilimizden dolayı dışlanmıyoruz..’ desinler, sevinsinler; ne mahzuru var?
Ama, Leylâ Hanım, bir büyük ’bağışlanamaz suç’ daha işledi ve dayatma anayasanın bir dayatma kavramını daha değiştirdi ve yemin metni içindeki ’Büyük Türk Milleti huzurunda …’ ifadesini, ’Büyük Türkiye Milleti huzurunda…’ şeklinde telaffuz etti ve çekti gitti..
İyi de yaptı..
O, bununla türkçü resmî bakış sahiiblerine ve beyinlerde yerleştirilmek istenen ’resmî ideolojiye göre düşünülmeli’ kalıbına karşı, bu ülkede türk etnisitesinden olmayanların da bulunduğunu hatırlatmak istedi.
Haksız mı ve yanlış nerede?
*
Geçmiş asırlardaki kendi metinlerimizde ilk olarak 95 sene öncelerde Türkiye diye anılan ve yüksek tirajlı bir gazetenin logosunda 70 yıla yakın zamandır, ’Türkiye türklerindir..’ lafını yazdırtan ve böylece de türk etnisitesinden olanlar dışındakilerin bu coğrafyada söz sahibi olmadıkları iddiasını dayatan bir resmî ideolojiye karşı, mantık çerçevesi ve muhtevası tartışılsa bile, ’Türkiye Milleti’ şeklinde ve bu coğrafyada yaşayanları tek millet olarak görmek isteyen bu anlayış, Cumhurbaşkanı Tayyib Erdoğan’ın ’tek millet, tek vatan, tek devlet ve tek bayrak’ şeklindeki şiarına da bir aykırılık oluşturmamaktadır. Her ne kadar bazı çevreler bu dört unsurun tekrarından rahatsız olsalar bile..
Özellikle, ’tek vatan, tek bayrak ve tek devlet’ sözü, her bir devlet hâkimiyetinin gerekleridir. Hangi devlet, bir kaç vatana, bir kaç devlete bölünmeyi ve bu vatan ve devletlerin farklı bayraklarının olabileceğini kabul edebilir?
’Tek millet’e gelince.. O da, ’millet’e yüklenecek mânâya göre değişir. O değişik mânâlardan birisine de Leylâ Zana ’Türkiye milleti’ diyerek kapı aralamak istemiştir, o kadar..
Budan dolayı; onun yemininin sayılamıyacağı gibi saçma bir tartışma başlatan Deniz Baykal, anayasayı kutsal bir metin gibi görebilir, ama, millete kendi kutsalını ve yanlışını dayatamaz, hele de, sırf yaşlılıktan dolayı işgal ettiği geçici Meclis Başkanlığı makamından acaib görüşler açıklayarak..
*
Bu ülkede vatandaş olarak yaşayan her etnik unsurun, herkesin, bu ülkenin aslî sahibi olduğu anlayışı etrafında bir yeni anlayış geliştirilmelidir. Ve mevcud saçmalıklara ve zorbaca dayatmalara son vermenin zamanı çoktaaan geçmiştir.
*