(H)itâb ve siyaset…

(H)itâb ve siyaset…
Abone Ol

 (H)itâb ve siyaset…

Tarihte liderleri karizmatik boyuta taşıyan en önemli şey “hitâbet yetenekleridir” desek yanlış yapmayız diye düşünüyorum… Tabi birde bu etkili hitâbile vadedilenler yerine geldiğinde, karizmaya karizma eklenmiş oluyor…

Toplumun ihtiyaçlarını fark etmiş olan bir lider, konuşmalarında onların sorunlarına tercüman olabileceğini de gösterdiğinde ortak dili yakalamış oluyor. Bir lider paternalist (babacan) bir yaklaşımla seçmene,“Sizi samimi olarak anladım ve sorunlarınız benim de sorunlarımdır” mesajını da gönderebildiği anda, seçmenle lider arasında sarsılmaz bir bağ kurulmuş oluyor…

Bu bağ, her dört yılda bir yenilenmeyi gerektirecek “çıkar” zemininden çok ötede bir bağ oluyor ve bir parti lideri bir anda “milletin lideri” olarak değer kazanıyor…

Başlığımıza da ilham veren siyasetçinin “dil”lendirme biçimi çok temel öneme sahip… “Hitâb mı yoksa itâb mı?” derken aslında bir ayırıma dikkat çekmek istedim… Hitâb tam anlamıyla gönüllere inmeyi arzularken, bu derdi taşırken; itâb karşıdakini “azar”lıyor gibi konuşmayı ifade eder…

Bugün özellikle CHP’nin önemli siyasetçilerinin kullandığı dil bir “hitâb”dan öte “itâb”a tekabül ediyor… Seçmenin kutsallarına dönük olarak kullanılan dil aşağılayıcı, tahkir edici, tehdit edici bir dil…

Batı kompleksiyle bezenmiş bir CHP dili var maalesef. O dil de tıpkı Batı’nın kendisinden başkasına demokrasiyi reva görmeyişi, hatta yegâne kaynağı edasıyla hareket etmesi gibi tekçidir… Diğer alternatiflere kapalı ve azarlayıcı bu dil, CHP’yi gittikçe toplumsal tabandan uzaklaştırıyor…

“Katı olan her şey buharlaşır”sözünü doğrular bir zeminde her geçen gün biraz daha toplumsal kabulden uzaklaşan CHP’yi, tekrar yeni merkezine oturmak da çok kolay olmayacaktır; kaldı ki eski zemini de toplumsal kabul anlamında çok makbul görmedi… Zira onların vesayetçileri vardı ve seçmene hoş görünmelerine de gerek yoktu…

Bugün seçmenin kabulünden uzak bir iktidar yolu bulamayacağı besbelli olan siyaset, tahkir edici dili bir tarafa bırakmak zorunda… Çünkü seçmenin koşulsuz bir iktidarı söz konusudur… Netice itibariyle beş yıllığına verdiği vekâletleri beş yıl sonra çok karalı ve bilinçli olarak geri alabildiğini, son yıllarda defalarca gösterebilmiştir… Hatta darbecilere karşı gösterdiği olağanüstü başarı ile iktidar yolunu vesayetçilere tamamen kapattığını da deklare etmiştir; 15 Temmuz’da yazdığı destanla…

Bütün hakikatler, seçmenin gönlünü kazanmaktan başka bir yol olmadığını gösteriyor… İktidarı “terbiye” etmek, ona gözdağı vermek için çeşitli marjinal gruplara ya da terör örgütlerine “selam” verenleri de çok dikkatle takip eden bir seçmen profili var Türkiye’de…

CHP ve HDP gibi partilerin artık hakikatleri kavraması ve seçim dışı iktidar yollarını zihinsel arka planından tamamen çıkarması gerekir… Her protesto ya da kalkışmanın, “iktidar zayıflasın” düşüncesiyle ardına düşmekten vaz geçilmesi gerekir…

Son yıllarda 6-8 Ekim olayları, Gezi kalkışması, 17-25 Aralık Yargı Darbesi gibi birçok hadisede gördüğümüz CHP ve HDP muhalefet anlayışı maalesef  “lokomotif” siyasetiydi… Kendi siyasetine ve seçmendeki karşılığına güvenemeyen bu anlayış “medet”çi bir anlayışa bürünerek adeta bu türden olayların temennicisi oldular…

Her kalbe inen bir hitâb mutlaka vardır… Yeter ki samimi olarak bu yol aransın ve seçmene de hissettirilebilsin… Aksi halde her hakaret ya da aşağılamayı seçmen de sandıkta mutlaka cezalandıracaktır; öyle de olmuştur…