Nasreddin Hoca’ya “Kimsin?” diye sormuşlar. “Hiç!..” demiş Hoca, “Hiç kimseyim.” Dudak bükülüp önemsenmediğini görünce, sormuş Hoca: “Sen kimsin?” Adam kabara kabara, “Mutasarrıfım…” demiş. “Sonra ne olacaksın?” diye sormuş Nasreddin Hoca. “Herhalde vali olurum.” diye cevaplamış adam… “Daha sonra?” diye üstelemiş Hoca. “Vezir…” demiş adam.
“Daha daha sonra ne olacaksın?” denilince “Bir ihtimal sadrazam olabilirim.” demiş. “Peki, ondan sonra?” diye devam etmiş Hoca… Artık makam kalmadığı için adam boynunu büküp “Hiiiç!..” demiş. “Daha niye kabarıyorsun be adam!..” demiş Hoca… Ben şimdiden, senin yıllar sonra gelebileceğin makamdayım… Hiçlik makamında!..” demiş.
Günümüzde öyle bir duruma geldik ki üç kuruş para kazanan, “Küçük dağları ben yarattım.” edasıyla geziyor. Küçük bir makama gelen; herkesi kölesi, kendisini ise tüm insanların sahibi sanıyor. Makamı, koltuğu görünce kişiliğini, insanlığını bir kenara koyup küçük bir Nemrut olup çıkıyor. Allah, HİÇ olacağının farkına varamayıp olanlardan eylemesin. Bir cuma günü, hutbede hatibin kendisinden Hâkimü’l- Harameyni’ş- Şerîfeyn (iki şerefli belde olan Mekke ve Medîne’nin hâkimi) diye bahsetmesi üzerine derhâl hatîbe müdâhale ederek ağlayan kanlı gözlerle “Yok yok! Bilâkis hâdimü’l- Harameyni’ş- Şerîfeyn (iki şerefli belde olan Mekke ve Medîne’nin hizmetçisi!) diye cevap veren Yavuz Sultan selim gibi makamı, mevkii, şan ve şöhreti gönlüne koymayıp gururu, kibri ayaklar altına alabilenlerden eylesin.
İşadamı, küçük bir kıyı kasabasına uğrar. Küçük bir teknenin içinde oturan bir balıkçı dikkatini çeker ve sorar: “Merhaba, bu balıkları yakalamak ne kadar zamanını aldı?” Balıkçı, tümünü bir iki saate yakaladığını söyler. İşadamı bu kez, niçin daha uzun süre kalıp daha fazla balık yakalamadığını sorar. Balıkçı, ailesinin geçimi için bu kadarının yettiğini söyler. İşadamı merakla balıkçıya kalan zamanını nasıl geçirdiğini sorar. “Geç vakit yatarım, sabah birazcık balık yakalarım. Sonra çocuklarımla oynarım, öğlende karımla biraz öğle uykusu uyurum. Akşamları, arkadaşlarla eğleniriz.” der. İşadamı, “Balık tutmak için daha çok zaman ayırmalı ve daha büyük bir tekne ile çalışmalısın. Bu tekneden elde edeceğin gelirle daha büyük tekneler alırsın. Kısa sürede bir balıkçı filosuna sahip olursun. Böylelikle, yakaladığın balığı aracılara değil doğrudan doğruya işleme tesislerine satarsın. Hatta kendi balık fabrikanı bile kurabilirsin. Balıkçılık sektöründe bir numara olursun.” der.
“Tabii bunları yapman için öncelikle bu küçük balıkçı kasabasını terk edip daha büyük bir şehre yerleşirsin.” diye de ekler. Balıkçı düşünceli vaziyette sorar:
“Peki, bu anlattıklarınız ne kadar zaman alır?”
İşadamı, “15-20 yıl kadar…” der. “Peki, bundan sonra?” diye sorar balıkçı.
İşadamı güler, “Kısa zamanda zengin olup milyonlar kazanırsın!” der.
“Eee… Sonra?” deyince, “Ondan sonra emekli olursun. Geç vakitlerde yatabileceğin küçük bir balıkçı kasabasına yerleşirsin, istersen zevk için biraz balık tutarsın, çocuklarınla oynayacak, karınla öğle uykusu uyuyacak zamanın olur, akşamları da arkadaşlarınla eğlenirsin. Nasıl, mükemmel değil mi?” diye sorar heyecanla…
“Zaten ben karımla ve çocuğumla böyle bir hayat yasıyorum, neden böyle bir hayat için yirmi sene bekleyeyim.” der balıkçı…
Daha fazla para kazanıp daha lüks bir hayat sürmek için hayatı ıskalayan, ömrünü yanında götüremeyeceği mal mülk için heba edenlerden eylemesin Rabbim!..
“Mal sahibi, mülk sahibi/Hani bunun ilk sahibi?
Mal da yalan, mülk de yalan/Var biraz da sen oyalan!..” dememiş miydi yunus Emre?