Zalimlere/zulme karşı öfkeni diri tutmazsan bir gün sıcacık kuştüyü yataklarda onlar gibi olmuş buluverirsin kendini.
Ahdimize nankörlük edince Aliya İzzetbegoviç’in de dediği gibi “Savaş, ölünce değil düşmana benzeyince kaybedilir” tecelli eder.
Bir dönem ölümlerin korkutamadığı bizler için en beter akıbet olan zillet içinde yaşamaya giderek alışıyoruz.
Tek bir mazlumun, bir damla gözyaşı için dünyaları yakacak olan idealist dava adamları da rejime/sisteme angaje oldu.
Hayallerimiz vardı bizim:
Dün, sitemimiz vardı dağlara ve hep dağlar dağlardı bizi. Dağlarda kardeşlerimiz vardı.
Kâh Hindikuş dağlarına seferdeydi yüreklerimiz. Kâh Bosna’da, kâh Çeçenya’da, kâh Uhud’da.
Eritre, Moro, Keşmir, Patani, Doğu Türkistan hep yüreklerimizde ve dualarımızdaydı. Kudüs Kızıl Elmamızdı.
Kapkara zulümler asla korkutamazdı, yıldıramazdı bizleri.
İlk cemre düştüğünde “Şehid Tahtında Rabb’e gülümser”di. Melekler hep kardeşlerimizdi.
Ölüm bize ne yakın, ne de uzaktı. Ölümsüzlüğü tatmıştık; ne yapabilirdi bize ölüm?
Yardan bile geçip zor sevdalara talip olurduk.
“Gün Batıdan Doğmadan” yeniden Kızıldeniz’den geçmeliydik.
Zalimler zulmüne, hainler küfrüne inat edip devam etse de bir güneş doğacaktı Filistin’de, Cezayir’de; tüm coğrafyamızda!
Kara bulutlarda bir şimşek çakar, çatlayan yer tohuma kucak açardı.
Bolca “isyan günlükleri” tutuyorduk hafızalarımızda.
Dün “sakıncalı” biri idik. Bugün de birilerine göre “sakıncalı”!
Zeynepler gözyaşı döküyordu baharın gelmesi için.
Meydan okuyorduk Er Meydanının Akıncıları ile birlikte; Her şeye meydan okuyorduk.
İnananlar geliyordu ama Müslümanın çeşitleri, dervişleri, entelleri de vardı. Şu anda onlara konformist-deist Müslümanlar da ilave oldu.
Her yeni gün umutlarımız tazeleniyordu: “Şafak devrim vaktidir” diyorduk, “İnkılaba az kaldı” diyorduk.
Kombisiz evlerde pencereden içeri beyaz karlar düşüyordu.
Şafak devrim vakti idi ve biz mütemadiyen güneşe el sallıyorduk.
İnkılaba az kalmıştı, çocuklar ağlaması nihayete erecekti.
Zulme karşı Haykırışlarımız hiç dinmiyordu.
Evimiz dârusselam idi ama arabamız Ford Granada hiç değildi.
Enflasyon canavarı öyle bir azardı ki durdurabilene aşk olsun.
Kartal otomobillerimizin arka camında “Huzur İslam’da” yazardı.
Şimdi secde yerimiz neyle kaplı? Kime secde ediyoruz?
İbrahim önce içindeki putları devirecek sonra kalkacaktı kıyama.
Vuslat türkülerinden önce “Ayrılık Türküleri”miz vardı bizim.
Cihadı alnımız çatına vurur, her sabah dualarımızın en başına şehadeti koyardık.
Beklediğimiz “Zaferin Sıcak Muştusu” ile Hüdâ’ya ellerimizi açıp, “Müslümanlıkla yoğrulan bu yurdu Müslümansız bırakma, Hep tevhidle yoğrulan yurdu muvahhidsiz bırakma Allah’ım!” diye dua eder; hep birden gönülden “Amin” derdik.
Biz mi değiştik, zaman mı değişti, ya da değişen ne? Yeniden bir soralım kendimize: “Şimdi ne istiyoruz?” Olgunlaşmış hurma bahçelerimizi geride bırakıp Tebuk’ler için sefere çıkabilecek miyiz?
Ey dünün Mücahidleri-Muvahhidleri: Hevesinizi aldıysanız aslımıza rücu edelim!