Hepimiz Hilmi Oflaz’ın “ceketinin” altından çıktık

Abone Ol

Sadece kenarından hevesle katıldığımız muhabbetler değildi bizi İlesam’a bağlayan şey. Hayır. Büfeci Cahit’ten aldığımız kavurmalı tostlar da değildi. Apansız Mustafa Kutlu ile karşılaşmak da değildi. Şaban Abak’ın eşsiz hikâyeleri de değildi sadece.

—————————————————————————————————————————–

Ortam önemlidir. İnsanın okuldan, evden, işten çıkıp masum bir saplantıyla belirli bir mekâna sebepsizce uğraması, hiç ummadığı dostlarıyla “spontan” bir şekilde karşılaşması ne güzeldir. Hesap ödemeyi erteleyebildiğin, sebepsizce saatlerce oturabildiğin bir mekânın müdavimi olmak…

90’lı yıllarda İlesam, işte böyle bir yerdi. Edebiyat Eseri Sahipleri Derneği’nin genel merkezinin adıyla anılan bu çay bahçesi bir dönem İstanbul’da muhabbetin kaynama noktasıydı.

BÜYÜK MÜSLÜMAN

Rahmetli Nusret Özcan’ın neşeli sesiyle dolu bir ortam. O ses sadece ortama değil, aldığınız her nefeste ciğerlerinize de dolardı. Hilmi Oflaz diye birini tanıdık orada biz. Eskimiş ceketinin ceplerinden çıkarıp büyük bir seremoniyle tüttürdüğü “Birinci Sigarası” bizi normalleştirdi. Hayat, Divan Yolu’nda acımasızca akarken, kendimizi İlesam’a, Hilmi Oflaz’ın şefkatli muhabbetinin kollarına atardık. Hilmi Amca gençlerden birinin kolundan tutup Gedikpaşa’ya götürür. Peynir alır. Domates alır. Ekmek alır. Kendisi önden yürür. Bir adım geriden gelen o gence malzemeleri taşıtır. İlesam’da bir masaya aldıklarını serpiştirir, bütün herkese zorla yedirirdi. Çoğu gariban öğrencilere “cennet sofrası” gibi gelirdi Hilmi Amca’nın sofrası. Allah rahmet eylesin. Başka detaya gerek yok. Yıllarca gittiğimiz mekânda hep aynı ceketiyle gördüğümüz adam. Hilmi Oflaz. Büyük Müslüman.

İnce uzun bir koridordan geçer gibi sağlı sollu ilginç insan öbeklerine teğet geçerek çay bahçesinin dibine ulaşırdık. Ateşli tartışmaların, ayyuka çıkan kahkahaların, başka mekana gitmeyi beceremediği için dönüp dolaşıp yine buraya gelen yeni yetme çiftlerin, uzaya gelmiş gibi şaşkın şaşkın etrafı kesen bitli turistlerin arasından geçerek boş bulduğumuz bir köşeye oturduğumuzda çay bahçesinin sağına soluna yerleştirilmiş belli aralıklarla patlayan acayip insanlara çarpardı bakışlarımız.

Dünya Partisi Genel Başkanı İbrahim vardı mesela İlesam’da. Başka nerede görebilirdik? İsmi üzerinde sayısız komplo teorisi üretilen son Kuvayı Milliyeci Fatıma Ragibe Kanıkuru. Aralıklarla bağırarak bağlamsız küfürler eden Ekrem Şentürk.

HAYATA KARŞI AYIK OLMAYI ÖĞRENDİK

Bir festival gibiydi İlesam. Sadece kenarından hevesle katıldığımız muhabbetler değildi bizi İlesam’a bağlayan şey. Hayır. Büfeci Cahit’ten aldığımız kavurmalı tostlar da değildi. Apansız Mustafa Kutlu ile karşılaşmak da değildi. Şaban Abak’ın eşsiz hikâyeleri de değildi sadece.

İlesam bize hayatın “normal akışına” karşı ayık olmayı öğütleyen bir ortamdı. Ortam. Atmosfer. Nefes ile kanımıza

işliyordu. Zihnimizi öyle şekillendiriyordu. Yazdığımız şiiri, içtiğimiz çayı, sevdiğimiz kızı orada fark ettik biz. Ekrem Şentürk’ün dillerimize pelesenk olan görkemli nutukları, delilikle normallik arasında çok da fazla fark olmadığını öğütledi bize hep. Rahmetli Nusret Özcan’ın gri kaşe paltosundan dökülenler bizi adam etti. “Hilmi Oflaz Sofrası”nda yediğimiz lokmalarla besteledik garibanlığın türküsünü. Sağımıza dönünce Yusuf Abi, solumuzu dönünce Ebuk. Çayları kim ödüyordu, her gün bunca insan bu kadar ilginç şeyi nerede ne zaman yaşıyordu anlayamıyorduk.

Hepimiz Hilmi Oflaz’ın o gariban ceketinin altından çıktık.

—————————————————————————————————————————-

Kastamonu’dan gelen adam

Kendisi anlattı; Yusuf (Özaslan) Abi, bir gün İlesam’da bir dostuyla otururken takım elbiseli, tıraşlı orta yaşın üzerinde bir adam yanlarına oturur. Selam sabahtan sonra adam:

-Ben Kastamonu’da edebiyat öğretmeniyim. Öğrencilerime sürekli ‘Mustafa Kutlu hikayeleri’ okutuyorum. Kendisiyle tanışmak için kalktım İstanbul’a geldim. Buralara takılırmış. Gelir mi acaba bugün buraya?

Yusuf Abi, bir edebiyat öğretmeninin bu eşsiz gayretine anında cevap verecek olmanın heyecanıyla hemen yan tarafta oturan Mustafa Kutlu’yu işaret ederek:

-Kendisi burada, buyurun tanışabilirsiniz, diyerek Kutlu’yu işaret etmiş.

Edebiyat öğretmeni başını hafiften çevirmiş o tarafa ama “bu denli kolay olmamalı” diye mi düşünmüş gördüğü adamı ‘Mustafa Kutlu olmaya’ yakıştıramamış mıdır nedir, Yusuf Abi’nin sözünü kesip biraz da sinirli, konuşmaya devam etmiş:

-Kastamonu küçük yer, ama emin olun Mustafa Kutlu’nun hikayeleri öğrencilerim için çok değerli, kendisiyle tanışmayı çok isterim.

Yusuf Abi biraz da gülümseyerek tekrar:

-Efendim kendisi burada, buyurun tanışabilirsiniz deyip Mustafa Abi’ye dönerek:

-Mustafa Abi, bu arkadaşımız sizinle tanışmak…

Cümlesini tamamlayamadan edebiyat öğretmeni hiddetle ayağa kalkmış:

-Efendi, efendi, ben taa Kastamonu’dan buraya kadar geldim. Edebiyat öğretmeniyim ve laubalilikten hiç hoşlanmam… diyerek kalkıp, İlesam’ı terk etmiş.

———————————————————————————————————————-

Ekrem Abi’nin orijinal soğuk esprileri

Ekrem Şentürk, İlesam’da yanına oturma “gafletinde” bulunan herkese ilginç çıkarımlar yapardı.

Bir gün bağlamın canına okuyup sözün orta yerinde bir arkadaşa: “Sirkeci adı nereden gelir bilir misin?” demiş ve yine kendisi cevaplamış soruyu: “Sirkeci limanına zamanında bir gemi yanaşmış, içinden keçi sakallı bir İngiliz adam çıkmış. Sir keçi ! Sirkeci. O demektir.”

Yine başka bir arkadaşa o dönemler yapılan “Deniz Kurdu Askeri Tatbikatı”yla ilgili söylediği “Deniz kurdu’ymuş. E kurt isen bir kere ulu o zaman. Ulu. Uluyamazsın değil mi. Hah hah ha…” dediği anlatılır.

Ekrem Abi’nin en sevdiği replikler ise “Nerelisin” diye sorup, aldığı cevaplara yetiştirdiği karşı cevaplar.

“Konyalıyım” “Konyalısın, Mevlana’nın torunusun; e be Mevlana, hep ‘gel gel’ dersin, bi kere de sen gel de bi çayımızı iç.”

“Karadenizliyim” “Rumsun yani. Karadenizliyim, lazım yani. Lazım, lâzım… Lâzım, gerek… Gerek, grek… Grek yani Rum. O demektir…“

Bir keresinde, yan masada ateşli ateşli memleket meselesini tartışan avukatlara uzaktan:

“Adokat ! Adokat! Hşşt. Memleketi kurtardın. Şu soruya da cevap ver: Aynı anda hem gözüne hem eline kıymık battı önce hangisini çıkarırsın” diye sorup avukatı bağlamından kopararak İlesam’a kahkaha dalgası yaymıştı.