Minibüs yolculuklarını sever misiniz? Şaka yapıyorum, tabii ki hayır… Birçoğumuz minibüsle yolculuk yapmaktan nefret ederiz. Ben de elimden geldiğince diğer toplu taşıma araçlarını kullanmaya çalışırım ama aslında keyifli minibüs yolculukları da yok değil. Mesela, daha önce oturduğum şehirde ikamet ettiğim mahalleye çalışan minibüs hattındaki yolculuklar oldukça keyifliydi. Araçta hemen herkes birbirini tanır, yolculuk sohbet, muhabbet, şakalaşmalar ile geçerdi. Şoför kimin nerede ineceğini bilir o kişi evinin yakınında inmezse “Hayırdır, eve gitmiyorsun” diye sorardı. E kalabalığın ve trafik sıkıntısının olmadığı bir ortamda bunlar mümkün ama ya büyükşehirlerde…
Olmaz diyorum ama büyükşehirlerde de minibüs yolculukları keyifli hale getirilebilir. Aceleniz yoksa, trafik sıkışık değilse, araç da tam dolmamışsa minibüsler gözlem yapmak için uygun yerlerden biri olabilir. Kulaklığınızı takıp dış dünyadan soyutlanmak yerine çevrenizde olup bitenleri sessizce izleyebilirsiniz ve bu, yolculuğunuzun nispeten iyi geçmesine yardımcı olabilir.
Benim de gözlemlerimde minibüs şoförlerine dair dikkatimi çeken iki husus var:
Birincisi, minibüs şoförleri genelde -elbette hepsi böyledir demek gibi bir yanlış bir yargıya varmıyoruz- fındık kabuğunu doldurmayacak bir meseleden dolayı öfkelenip etraflarına bağırıp çağırabiliyor. Basit bir yol verme meselesi yüzünden yoldaki araçlara, yayalara ve hatta minibüsteki yolculara bile veryansın eden şoförler hiç de azımsanacak sayıda değil.
İkincisi ise bunun tam tersi. Minibüs şoförleri asıl coşmaları gereken zamanlarda şaşırtıcı bir sükûnet sergiliyorlar. Yol bomboş, araç kalabalık değil, etrafta minibüs bekleyen bir tane Allah kulu yok, her şey yolculuk için ideal ama şoför aracı sürmüyor. Adam dünyanın bütün meselelerini halletmiş gibi rahat, gamsız gamsız telefonla konuşuyor. “Ya Sabur” denilip duyguların frenlenmeye çalışılacağı yerde coşkun bir sel olan şoförler, “Ya Allah” deyip gaza basacakları zaman bir derviş gibi sükûnete bürünüyor.
Minibüs şoförlerinin bu garip ve zıt iki özelliği sanırım bizlere de sirayet etmiş. Aslında son derece basit ve öfkelenmeye değmeyecek konularda birden asabileşiyor, dünyayı karşımıza alacak bir cesaretle haykırıyor, önümüze çıkan ne varsa yıkıp geçecek bir gücü damarlarımızda hissediyor ve aslan kesiliyoruz.
Değerlerimizin nasıl bir değişime uğradığını da gösteren bu gibi durumlarda, gayet sakince çözebileceğimiz meseleleri büyütüyor, kişisel ihtiras ve çıkarlarımızın bir kalp kırmaya değmeyeceğini unutuyoruz. Hele hele minibüs şoförünün velinimeti olan yolculara bağırıp çağırması gibi en yakınlarımızın kalbini kırıyor, hizmet etmemiz gereken insanlara, sanki lütufta bulunuyormuşuz gibi kaba davranıyoruz. Hele bir de karşımızdaki bizim gibi düşünmüyorsa hepten çileden çıkıyoruz.
Diğer taraftan gerçekten öfkelenmemiz gereken durumlarda ise o kadar sakin kalabiliyoruz ki, gevşek gevşek telefonla konuşan minibüs şoförü gibi hiçbir tepki gösterme zahmetinde bulunmuyor, kendimizi lüzumsuz başka bir işe veriyoruz. Kişisel ve değersiz işler için dağları devirecek kuvvetimiz, haksızlık, zulüm, ahlaksızlık ve hatta kutsallara hakaret karşısında birdenbire yok oluyor. Bu gibi konularda aslında öteki işlerde kullanmamız gereken “Allah’a havale ettim” cümlesini kurup sıvışıveriyoruz.
Kısacası “Bize lazım” olan öfkemizi yanlış zamanda yanlış yerde kullanıyor, sonra da “Bir yerde bir terslik var” diyoruz.
En kısa zamanda, öfkelenmemiz gereken yerde kâfi miktarda öfkelenmeyi, sükunet gereken yerlerde ise hafiften gülümsemeyi başarabilmek duasıyla, hakkıyla işini yapan tüm şoförlerimize bereketli kazançlar, kazasız belasız yolculuklar diliyorum…