20151121, Selahaddin E. Çakırgil,
*
Farkedileceği üzere, Ârif Nihad’ın ’Fetih Marşı’ndan ’Yelkenler biçilecek, yelkenler diilecek.. Dağlardan indirilen kalyonlar çekilecek.. / Elde sensin dilde sen; gönüldesin baştasın; Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın..’ şeklindeki mısraları
biraz değiştirdim, başlıkta..
*
Silvan’ın fotoğraflarını gördüm..
Şırnak, Cizre, Nusaybin gibi diğer şehirlerin de..
Bazı haber filmlerini de izledim..
Bir HDP m.vekili, ’Silvan’da, hendeklerin ne zaman kapatılacağını’ soruyordu, kaymakama..
Siz kaymakam olsanız, bu kadar saçma bir sual karşısında ne yaparsınız?
Çünkü, Silvan’da ve diğer şehirlerde hendekleri kazanlar, bizzat o m.vekilinin mensub olduğu partinin sırtını dayadığını açıkça itiraf ettiği mâlum silahlı mücadele odakları ve örgütleridir. Hem, o hendeklerin kazılmasına alkış tutacak ve sonra da gelip bir kaymakama dikleşerek, ’Bu hendekleri ne zaman kapatacaksınız?’ diye soracaksınız.
Bu, yüzsüzlükten de öte, düpedüz, o kaymakamı vazifelendiren otorite ile istihza.. Ya da, kendilerini çok akıllı ve kurnaz sanıp, başkalarının olup bitenleri anlamıyacak kadar kafasız zannetmek eblehliği..
*
Silvan, 12 günlük süren bir sokağa çıkma yasağından çıkıyordu.
Bu şehirlerde ve hattâ bazan şehirlerin bir bölümünde, bir kaç mahallesinde uygulanan ve önceden pek haberdar olmadığımız kısmî ’sokağa çıkma yasağı’ uygulaması, istenirse, devletin, kamu düzeninin bozulduğu en karışık yerlerde bile, vatandaşları rahatsız etmeden, ve sadece bozguncu unsurları etkisiz hale getirmek için bulduğu ilginç bir yöntem olsa gerek..
Çünkü, devlet o yasak günmleri boyunca, vatandaşların ekmek, su, süt, şeker, et, ilaç vs. gibi her türlü zarurî ihtiyaçlarını karşılıyor.
Halbuki, o yörenin insanları, sıkıyönhetim ya da olağanüstü hal denilen uygulamalar sırasında, güvenlik güçlerinin nasıl bir ’alikıran, başkesen’ durumunda olduklarını ve kimseye hesab vermeyen ve asla vermeyecek bir anlayışla karşılarına çıkan herkesi yok edilmesi gereken bir düşman gibi gördüklerini ve onların karanlık uygulamalarını yıllarca yaşamışlardı.
Şimdi ise, devlet, sadece kendisine karşı silah kullanan ve halkın huzurunu bozan eylemler yapan unsurları etkisiz hale getirmek için tedbirler alıyor ve insanları, evlerinden çıkmamaya ve böylece kimseye zarar gelmemesini sağlamaya çalışıyor.
*
Son olarak, Silvan’da da bu yöntem uygulanmıştı..
Ama, orada otorite yeniden sağlanıp, askerî güçler şehirden çıkarken yaşanan sahneler, daha bir acıydı..
Hendekler kapatılmış, molozlar kaldırılmış, sokaklar düzeltilmişti.. Ama, bütün bu olumsuz sahneler ne yazık ki ve ancak, tankların gölgesinde ve elbette ellerin tetikte olduğu yüzlerce askerin gözetiminde yapılabilmiş ve ’sokağa çıkma yasağı’ uygulamasına son verildiği açıklanmıştı..
Halk yeniden sokağa çıkmıştı..
Tanklar şehirden geri çekiliyordu; askerler de..
Ama, o da ne?
Meydanlara yığışan çoğu genç, yüzlerce kişi, elleri tetikte bekleyen, renkleri uçmuş, askerlere hakaretler yağdırıyor, ekranlara yansıyacak şekilde, ’şerefsizler’ diyor, ’yuuuuhhh’lar çekiyorlar; şehri terketmekte olan tanklara tekme vurmaya çalışıyor, galiz küfür sözlerini yüksek sesle dile getiriyorlar ve ’PKK halktır, halk burada..’ diye tempo tutuyorlardı..
Evet, aynen böyle..
Şahsen, çok yaralandım..
Hayır o genç insanların, sadece o ’yuhh’larından, haraketlerinden, galiz küfür sözlerinden rencide olduğum için değil, kendi halkımızdan bir bölümün, diğer bir kesiminden rûhen, hissen, nasıl olup da bu kadar ayrı düştüklerinin acısıyla yaralandım.
*
Evet, burada bir hastalık tablosu var..
Yanlış anlaşılmasın.. Hastalık, sadece o genç insanların hareketlerinde gözlenen tavırlarda kendisini gösteriyor değil..
Elbette, bu hendekler kazılıncaya kadar devlet güçleri neredeydi diye de sormak gerekiyor..
’İnsansız hava araçları’ ve ’Drone’ler vs. yok mu?.
Çünkü, yollarda hendeklerin kazılması öyle bir anda olacak şey değil.. Barikatların, kurulması, duvarlar örülmesi, taş yığınlarıyla yolların kesilmesi, anlık işler değil..
Ayrıca, bu gençler bu insanlar bu işleri yaparken, onların ana-babaları ve halk kitleleri nerede?
Onlar niçin engellemezler bu gençleri..
Çocuklarının başına bir iş geldiğinde, hemen onları sahiblenmeleri, tabiî olduğu gibi, bir de ayrı bir dert.. Hattâ , çocçuklarının tutuklanmasından dolayı bile, aileler arasında, ’kimlik siyaseti’ne dayalı çevrelerin hoşuna gidecek bir sosyal dayanışma ve dostluk başlıyor.
Bu halk kitlelerinden, olan bitenden rahatsız olanların bir kısmının yapabildiği, doğup büyüdükleri, hatıralarının ve mal-lümklerinin bulunduğu yerlerini-yurtlarını bırakıp, onbinler halinde, ülkenin başka kesimlerine doğru gitmeleri..
Hiç olmazsa o da bir imkan.. Ve ülkenin diğer bölgelerinde, onca türkçü -laik-kemalist çabalara rağmen, müslüman halk kesimleri arasında -hamdolsun ki- etnik kökenlerine göre ayırımların yapıldığı gibi bir saçmalık henüz de geliştirilemedi.
*
Ama, bütün bunların ötesinde, mes’elenin köklerinin çok daha derinlerde olduğu bu güne kadar takib edilen siyasetlerin yetersizliği ortadadır ve anlaşılmalıdır.
Siz o bölgelere bu zamana kadar görülmemiş hangi üstün hizmetleri götürürseniz götürünüz; o genç insanların bunlarla yetinmeleri ve yatışmaları mümkün gözükmüyor.
Dahası, sadece genç insanların değil, büyük çapta bölge halkı da büyük çapta benzer bir sosyal akımın etkisinde olduklarını son seçimlerde de bir daha gösterdiler.
Bütün o kitlelerin, hepsinin de korku siyasetiyle sandık başlarına götürülüp, istemedikleri yönde oy kullanmaya zorlandıklarını söylemek yanlış olur..
Bunun yerine, mevcud hastalığa daha dikkatli ve hâzık bir sosyal doktor edâsıyla yaklaşıp, en ağır ameliyatlar da gerekse, onları da aynı hazâkatle yapmaya çalışmak gerekmekte..
*
1 Kasım seçimlerinde bir kez daha görüldü ki, ekseriyetini kürd etnisitesine mensub kitlelerin yaşadığı yörelerde, ortalama olarak, yüzde 65-70’lik bir oy nisbetiyle, vatandaşlar hizmet siyasetini değil, ’kimlik siyaseti’ni her şeyin üstünde tutan HDP’ye destek vermişlerdir. Geriye kalan kesim de denilebilir ki, büyük çapta sadece AK Parti’ye ya da bazı bağımsız adaylara yönelmişlerdir.
Demek oluyor ki, sadece genç nesiller değil..
Geçmiş 80-90 yıl boyunca uygulanan katı laik-kemalist ve türkçü resmî ideolojinin siyasetleri geri tepmiştir ve geçmişten beri birikmiş bütün kin ve nefret duygularıyla, bugün sağlıksız şekilde ve üstelik de o geçmişin o yanlışlarını reddeden bir Tayyib Erdoğan’ı ve kadrosunu bile düşman gibi gösterenlerin telkınlerine kapılabilen bir kitle eğilimi karşımıza çıkabilmektedir.
*
Bu insanları ve bu halkı bütünüyle yeniden kazanmak için, hizmet alanındaki çabaların ötesinde bir şeyler yapmak gerekiyor.
1923’den sonra en azgın şekilde uygulanan laik-türkçü siyasetlerin sonunda geri tepeceğine dair bazı, -çok ünlü- kumandanların öngörüler taşıdığı anlaşılmaktadır. Ancak, onların tedbir diye düşündükleri, bir kandırmaca ve uyutma siyasetinden başka bir şey değildi.. Çünkü, onlar lisan-ı hal ile diyorlardı ki, ’Bu kadar katı bir türkçülük siyasetinin sonunda kürdçülük gibi başka kavmiyetçi cereyanlar da uyanır. O halde, bu bölgelerde mektebler/ okullar yapmamak gerekir. Okuyan insanların da mukabil bir kavmiyetçi anlayışa bağlanması kaçınılmaz olur..’ (Bu gibi ilginç ve çarpık görüşleri, M. Kemal’e bağlı, ama, ondan sonrasında İsmet İnönü’ye uzak duran ve Mareşal’e çok bağlı bazı emekli generallerden bizzat dinlemişimdir, onların da kafaları o kadar çalışıyordu..)
*
Halkın kontrol altında tutulması için, ’jandarma dipçiği, karakol ve sair hükûmet binaları kurmayı yeterli gören’ o kafalar, yarım asırdan fazla bir süre boyunca, o yörelerde de diğer yerlerde de, hemen hiç bir şey yapmamışlardır. Biraz biraz, 1950-60 arası, 1965-70 arası ve 1983-90 arasında halka hizmeti önceleyen uygulamalar olmuştur, o kadar.. Ve bunun dışında, AK Parti’nin iktidara gelişine, 2003’lere gelinceye kadar, hele de bu yörelerde, devlet adına ve ancak halkı sindirecek güçlerin kendisini hissettirmesi gerektiği anlayışı egemen kılınmıştır.
Gerçi, o dönemde ülkenin başka yerlerinde de mekteb yok, hastahane ve doktor yoktu.
Yol yok idi.. Yani, ekonomik yoksulluk başka yörelerdeki halk kitlelerini de korkunç şekilde vuruyordu. Ama, T.C. rejimi, o halkın etnik kökenlerine vurgu yaparak, onların kavmî mensubiyetlerini okşayacak şekilde ’türk devleti, türk cumhuriyeti’ gibi yaldızlamalarla o halk kitlelerini kontrol altına almakta zorlanmıyordu.. Karşı çıkanlar ise, ’mürteci, yobaz..’ diye kolaylıkla sindirilebiliyorlardı. Kürd halkı ise, hem ayrılmaya daha elverişli, hem dindar bir kesim olarak görüldüklerinden, daha bir potansiyel tehlike olarak resmî ideoloji güçlerinin rüyalarını kâbusa çeviriyordu.
*
Şimdiii. Bu gencecik insanları bu kadar isyankâr hale getiren, ülkenin belli bir kesimine aslî etken nedir?
Bunun üzerinde klasik ve kalıplaşmış, klişeleşmiş tedbirler ötesinde, çok daha radikal insanî-İslamî, âdilâne ve gerçekçi çarelerin düşünülmesi gerekmektedir. Bugünkü çarpıklık ve savrulmalar, temelleri, kökleri olmayan ve müslüman kürd halkının vicdanında makes bulamayacak , yankılanamıyacak geçici hevesler olarak görülmelidir.
O zaman, bu kürd gençlerinin de, bir yeni zamanların Selahaddin Eyyubî’leri olarak İslam’ın da, müslüman kürd halkının da ve bütün müslümanların da hizmetinde harekete geçmeleri hayal ürünü olmayacaktır.
Bugün
*