Anlaşılan o ki, hayatı “helva” tadında takdir eden Sahibimiz bazı şeyleri eksik bırakmış görünür…
Anlatıldığına göre, Bostan ve Gülistan’ın yazarı Sâdi Şirazi, eserini Hazreti Mevlana’ya okutmak üzere Konya’ya gelir. Sâdi’nin eserini okuyup bitirince Mevlana, üzgün bir yüzle “Tuzsuz bu…” der.
Eserinin beğenilmediğini düşünen Şirazlı Sâdi, adeta yıkılır. Ancak, çok geçmeden, Mevlana, tatlı bir tebessümle cümlesini tamamlar; “…helva!”
“Tuzsuz bu helva!” Doğru ya; yaptığımız helva ise tuzsuz olmalı… Mevlana, helvanın öncelikli özelliği olan tuzsuzluğu önce vurgulayıp, Sâdi’ye tatlı ve kıvrak bir latife yapar. Helvanın tuzunun eksik olması, helvayı tamamlar, kâmil yapar. Tuzu olursa, eksilir helva!
Hayatımızda eksikler olur. Çok gayret ettiğimiz halde, eksiği gideremeyiz bir türlü. Anlaşılan o ki, hayatı “helva” tadında takdir eden Sahibimiz bazı şeyleri eksik bırakmış görünür. Herkese verdiğini vermez birine meselâ. Herkesin elinde bolca olan birinde nadir bulunur. Eksiği olan ise isyan eder; kendisine haksızlık edildiğini düşünür.
Oysa, helva ancak tuzsuz olduğunda helva olur. Ne tatlıdır eksiğini, kusurunu bilip sadece O’nun affını ummak. Helva gibi sımsıcak ümit verir ancak O’nun bağışlamasıyla aklanabileceğini görmek.
Artık masum değiliz hiçbirimiz; eksiğimiz masumiyetten yana; tuzumuz yok. Elde bir mahcubiyetimiz var.
Boynu bükük, gözü yaşlı duaların sızısı dudaklarımızda. Masum kalsaydık, kaçar mıydı tadımız? Elbet!
İyi ki tuzsuz bu helva…