Hece dergisinin bu ayki sayısında (333. sayı) yaşayan önemli yazarlarımızdan Selim İleri ile yapılmış sıcacık bir söyleşi yer alıyor. Selim İleri sol camia içerisinde yer almasına karşın hemen her kesimin saygısını kazanmış ender isimlerden biri. Senaryolarıyla birlikte düşünüldüğünde 100’ün üzerinde esere imza atan İleri’nin ortaya koyduğu bu emek her türlü takdirin ötesindedir.
Bugün 75 yaşında olan İleri’nin roman, hikâye, şiir, deneme, oyun, inceleme, eleştiri, mektup, hatıra gibi edebiyatın hemen her türünde eseri bulunuyor. Onun Türk sinemasındaki yerini de ayrıca konuşmak gerekiyor. Yazdığı senaryoların yanı sıra Türk sinemasının büyük isimleriyle yaşadığı hatıralar onu kültür tarihimizin burçlarından biri kılıyor.
Hece’de yapılan söyleşide dikkatimi bir şey çekti. Selim İleri, kendi hayatının muhasebesini yaptığı bir dönemden geçiyor. Tabiri caizse ununu elemiş, eleğini asmış bir sanat adamı misali hem kendine hem de çevresine dair tespitlerini açık yüreklilikle dile getiriyor. “Erkek çocuklar babalarını anlamazlar, babalar da erkek çocuklarını. Bugün farklı düşünüyorum onunla ilgili. Babamı çok erken yaşta kaybettim. 18 yaşımda bile değildim.”
İleri, babasına dair hislerini ilk kez paylaşıyor. Aradan yarım asırdan fazla süre geçmesine rağmen İleri’nin bu itirafı bir vefanın, bir özlemin capcanlı yerinde durduğunu gösteriyor. İleri’nin söyleşide dile getirdiği bazı görüşlerini paylaşmak istiyorum:
“Türkçenin uluslararası bir dil hâline gelmesini engelleyen siyasi sebepler var Türkiye’de. Dünyayı ilgilendiren bir ülke olmaktan çıkıyorsunuz. Bütün kader orada başlıyor.”
“Modern Türk şiiri, dünyanın en büyük şiirlerinden birisi. Ama burada da yeterince okunmadığı için kaybolup gidiyor.”
“Ben bildiğim ve inandığım şeyleri yazmaya çalıştım. Ne sağda ne de solda olan insanları anlamaktan uzak durmadım.”
“Başlangıçta Türk düşüncesine bir yakınlığım yoktu. Şimdi nasıl bir toplumsal değişim sürecinden geçtiğimiz hakkında daha fazla düşünüyorum.”
“Yazarken plan yapamıyorum, ömrüm boyunca yapamadım… 5-10 sayfa yazıp geri dönüyorum, onu tekrar yazıyorum 17-20 sayfa oluyor… Bu dönüşler 50-60 sayfaya ulaştıktan sonra alışıyorum.”
“Senaryo yazmayı bilmediğim hâlde Halit Bey (Refiğ) benim yazacağımı söyledi… Daha sonra Lütfi Bey’le (Akad) çalıştık. Lütfi Bey beni çok sevdi… Sinemaya dair on paralık bilgim varsa Lütfi Bey’e borçluyum.”
“Genç kuşağın yazarlarında entelektüel karanlık yok artık… Kendi kuşağımın yazarlarıyla kıyasladığımda genç yazarlardan çok daha umutluyum.”
“Türk sineması son büyük halk sanatıdır.”
“Sol, bir mesele olmadı Türkiye’de. Başka şeyleri aşağılamak oldu. Neydi aşağıladıkları bilemeyeceğim… Başkalarını anladığınız vakit gerçeği anlayabilirsiniz.”
“Demokrat Parti için bir şey yapmayı çok istiyorum. Kopma noktası Demokrat Parti’nin mahvedilmesi ile başlıyor. Türkiye’nin en acı, karanlık olayı 27 Mayıs’tır bence. 27 Mayıs olmasaydı Türkiye bugün başka bir yer olacaktı.”
“75 yıllık ömrümde en parlak dönem Özal zamanıydı. Her şeye rağmen insanlar mutluydu.”
“Hastalığımdan sonra en çok yazıya sığındım. ‘Bu Yaz Ayrılığın İlk Yazı Olacak’, orada bunu anlatmaya çalıştım. En sevdiğim kitaplarımdan birisi odur.”
“Ben sağcı bir insan değilim. Ama bana hangi insan unutturabilir sizin başınızdaki örtü için üniversitede o iğrenç odaların açıldığını. İkna odaları; nasıl ikna, olacak şey mi bu? Bunları insanlar konuşmadı hiç. Birçok insan bunları, bu ağır yaralanışları kendi içinde iyileştirmeye çalıştı…”
Selim İleri’nin söyleşide dile getirdikleri hem yakın tarihimiz hem de edebiyat tarihimiz bakımından büyük önem taşıyor. Sayın İleri gibi sağduyulu, hamiyetperver, hakikatleri eğip bükmeden dile getiren yazarlara her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Kendisinin şu sıralar kaleme aldığı son eserinde bu duygularını da paylaşacağının müjdesini aldık. Sizin anlayacağınız her ne kadar “ununu eleyip eleğini asmış” dediysek de Selim İleri için daha nice eserler masada yazılmayı bekliyor. Rabbim sağlık, afiyet, hayırlı ve uzun ömürler versin.