Yazmadan önce çok düşündüm. Fitneye sebep olur, sürece zarar verir miyim gibi kaygılarla elim bu yazıya hiç gitmedi. Metrobüsle gazeteye gidip gelirken iki gündür düşünüyordum, yarın keşke yazsaydım diye pişman olacağıma yazmaya karar verdim.
21 Mart Cumartesi sabahı gazeteye gitmek için çıktım, Edirnekapı’dan Yenibosna’ya gitmek üzere metrobüse bindim. Topkapı’da yaklaşık 20 kişilik bir grup genç, ellerinde PKK, Abdullah Öcalan, HDP ve çeşitli renklerdeki armalı flamalarla metrobüse bindiler.
Grup halinde, sloganlar atarak ve marş olduğunu düşündüğüm Kürtçe bir şeyler söyleyerek metrobüsün içinde bağırmaya başladılar. Tam müdahale edecektim ki, herkesin gözlerini gruptan kaçırdığına, onlar yokmuş gibi davranmaya başladığına şahit oldum. Hiç kimse sesini çıkarmıyor, olanları kabullenmiş bir halde tepkisiz duruyordu. Adının sonradan Sabahattin olduğunu öğrendiğim, muhtemelen grubun lideri olan genç, insanların sustuğunu görünce arkadaşlarını daha da şevklendirdi. Grup azıttıkça azıttı, bağırdıkça bağırdı.
Bu HDP’li gençleri uyarmak için yanlarına yaklaştığımda henüz konuşmama bile fırsat vermeden arka arkaya, yarısı Türkçe, yarısı Kürtçe küfürler etmeye başladılar. Kürtçe söyledikleri küfür değilse bile Türkçelerinden aldığım referansla iyi bir şey söylemediklerinden eminim. Grup oltaya düşecek balığı bekler gibi etrafımı sardığında ihtiyar bir amca kolumdan tutup çekti beni ve bana bu yazının asıl konusu olan cümleyi söyledi:
“Yapma evladım, zaman bunların zamanı. Polis çağırsan sen suçlu olursun. Barış süreci var, polis dokununca ortalığı yakarlar diye polis de geri duruyor.” Amcanın söylediklerini duyan orta yaşlı başka biri daha söylenenleri başıyla tasdik ederken, “Maalesef öyle” dedi.
“Bu bayrağı diktiğim yer Kürdistandır lan…” diye inleyince metrobüste doğal olarak kavga patladı. Korkarak bekleyen ben ve daha birkaç kişi, az sonra polisin bizi gözaltına alma pahasına grupla kavgaya tutuştuk. Mesele uzadı, sonra bir hal yola girdi.
“Kürsüye çıkıp seni başkan yaptırmayacağız” diyen Demirtaş’ın şımarıklığının sirayet etmesiyle mi oluyor bunlar? “Çözüm Süreci var, aman fitne çıkmasın” diye fazla sustuğumuz için mi? Bu olaylar münferit mi? Metrobüslere binip insanları tahrik den HDP ile alakasız ajan provokatör gruplar mı var? Bu sorulara daha onlarcasını ekler, en az ikişer olmak kaydıyla meselenin her ucundan ayrı ayrı cevaplar bulabilirim.
Ne sorarsanız sorun, ne cevap verirseniz, hiç değişmeyecek bir gerçek var: Başta Demirtaş olmak üzere HDP’nin PKK şımarıklığı sadece can sıkıcı pis bir ayrıntı olmanın ötesine geçip öfkelendirmeye de başladı.
Aman susun, Çözüm Süreci’ne zarar gelmesin, ekmeği sonsuza kadar yenecek bir şey değil. HDP bu ekmeği bitirmek üzere, bu bir. Diğer yandan Cihangir’in seyreltik sosyalistlerini, asimile olmuş sekülerist Kürtleri, eşcinselleri, yogacıları ve tam olarak ne oldukları belli olmayan Gezici denilen tayfaya yaranacağım diye gittikçe tuhaflaşan HDP’nin Kürtleri ne kadar temsil ettiği; hatta Kürtlerle bir ilgisinin olup olmadığı bile şüphelidir.
Ezcümle; Çözüm Süreci’ne zarar veriyorsunuz, bizi kızdırmayın, PKK’yı salarım üzerinize, diye HDP’den aşağıya doğru sirayet eden bu şımarık hal dili sokaklarda öfkelenmeye sebep olmaya başladı.
Bir rica: Demokratik diye kelimeyi yerli yersiz kullanıp tekerleme edasıyla aynı cümlede beşer defa demokratik, demokratik… denilince demokrasi falan olmuyor. Bilakis bende kelimeye yabancılaşma ve mide bulantısı etkisi oluyor.