İnsan… Yaratılmış tüm canlılar arasında, temsil ettiği “İnsanlık” makamını yüceltme ve aşağılama hakkına sahip tek varlık.
Hiç bir hayvan türü tekâmül kaygısı yaşamaz. Hiç bir bitkinin ahlak meselesi yoktur. Hiç bir dağın, taşın, toprak parçasının, yıldızın geçmişin tasasını, geleceğin kaygısını taşıdığı ispatlanmış değildir.
Bir hayvan, diğer bir hayvana zulmettiğinde içinde bulunduğu grupta kınanmaz, hayvanat dışı addedilmez. Bir bitki, başka bir bitkinin hayat hakkına tecavüz etse nebatat arasında, zemmedilmez!
Sadece ademoğluna bahşedilmiş bir terfi, bir yetki, bir lütuftur insaniyetini fıtratına uygun muhafaza edebilme salahiyeti.
İşte Rabbin katında gizli sırlarla halk eylenmiş insan, sahip olduğu vasıfları vahiy ile terbiye eyledikçe insanlık makamını muhafaza salahiyetine sahip olacaktır. Aksi durumda, terbiye kaynağı ve tekâmül reçetesi Kitap’tan uzaklaştıkça “insanlık dışı”na çıkma ehliyetine de sahip yegane varlıktır!
İnsanın başına her ne gelecek ise, “bilmesi” üzerinden tecelli olunuyor. İnsan tekinin neyi bildiği, nasıl bildiği, neye inandığı ile şekilleniyor dünyası.
Bir de, siyasi, ekonomik güç ile buluşunca ademoğlunun bilme yetkisi, işte o zaman zalimler neşet ediyor. Dünyayı baki sanma gafletiyle de mazlumların ahı hiç dinmiyor.
Müslümanların mesuliyeti işte tam da bu noktada başlıyor. Hakikatin izini sürerek, vahiy perspektifinden hareketle akletme, fikretme, fehmetme mesuliyetini ihmal etmemek gerekiyor.
Merak yetisinin insanoğluna keşfettirdiği bilimin, insanlığı yüceltecek bir keşif mi yoksa bu gün seyrettiğimiz gibi aşağılık bir zalim kadrosu mu oluşturacağını bir kez daha gözden geçirmek gerekiyor.
İlim eylemenin yetmeyeceği, bilim/sel keşiflerle, zalimlerin dilinden zulme karşı yeni bir dil geliştirmemiz gerekiyor. (S-400 meselesine dünyanın verdiği tepkiden anlıyoruz ki, onların dili ile dillendiğimizde büyük bir panik oluşuyor.)
Bu gün, insanı yönetme eylemini, süslü unvanlar altındaki kurum ve kararlar çerçevesinde gerçekleştiren, insanlık dışı her türlü mezalimi “barış, demokrasi” şarkılarının gürültüsünde uygulayan güçlerin(!) eylediklerini seyrediyoruz! Dün Bosna, yıllardır Filistin Arakan, Doğu Türkistan, Suriye kan ağlıyor.
Bu zulme karşı mazlum olma kolaylığından sıyrılarak, idrak mertebesinde bir tavır gerçekleştirmek için yeniden ve yine yaratılış menkıbemizi gözden geçirmenin hem bir farkındalık, hem bir ibadet, hem de bir mesuliyet olduğunu hatırlamak artık boynumuzun borcu.
Bu hatırlayışlarla silkelenmedikçe, asli gücümüzü yitirmeye mahkum olduğumuz gibi, İslam coğrafyalarındaki zafiyetlere de uzaktan gözyaşı döküp, ahvalimize yas tutmaya devam edeceğiz.
Soykırımlara, işgallere göğüs germe maharetimizle övünmek yerine, gayrı silkelenip yaratılış vasfımızı hatırlayarak şahdamarımızdan daha yakın olan Yaratıcımızla aramıza giren mesafeleri yakınlaştırma gayretine düşelim ki matemini tuttuğumuz kederlerin sayısı azalsın. Yaradılışımızdaki saklı sırlar Rabbimizin lütfu ile izah bulsun ve varlığımız tüm “İnsanlığı” aydınlatsın inşallah!