“Namaz kılmayan hayvandır” sözü, “dinin bilgisi”ni “dinin kendisi” yerine koyan ilahiyatçı yaklaşımın acı örneği olarak okunmalı. Kur’ân, secde etmemeyi ‘insan olma’nın gereğini gerçekleştirememek olarak anlatır; doğru. Fakat bu, namaz kılmayanı etiketlemek ve aşağılamak için değil insana insanlığını hatırlatmak içindir. Henüz namaz kıl-a-mayanın, namazı kendine ihtiyaç ve iştiyak haline getirmesi umulur böylece. İnsanın kâinatla ilişkisi, öncelikle, bedeni yani hayvanî yanıyla gerçekleşir. İnsanı insandan çok bilen Rabb-i Rahîm, kulunun kalıbıyla kurduğu ilişkiden kalbiyle kurduğu ilişkiye yükselmesini bekler. Namazı farz kılmadan önce, insandaki hayret ve minnet duygusunu uyandırmak için sayısız teşvikte bulunur.
Gökleri ve yeri şahit kılar, Güneş ve Ay’ın hareketlerini gösterir, insana verdiği emeği hatırlatır, kalbini uyandırır. İnsanı kalbiyle inşa eden Mekkî ayetleri gözardı eden, kulluğu emir-yasak düzleminde anlayan pragmatik yaklaşım, namazın gerekçesini söyleme ihtiyacı duymaz. Namazı kuru bir emir olarak ortaya koyar. Namazın ‘niçin’ine dair sorgulamaları ‘günde beş vakit farzdır’ teknik bilgisiyle susturur. Namazın ‘niçin’i üzerine inen ayetler unutulunca, namazın sadece ‘nasıl’ı konuşulur. Namaz harekete ve biçime indirgenir.
Namaz aklı başında ve kalbi yerinde bir insanın varoluş[un]a verdiği hayret ve minnetin duygusunun taşmasıdır. Heyecandır; aşktır, ihtiyaçtır. Said Nursi, insana ‘hayret ve minnet çağrısı yapan’ Rum Suresi 17-18. ayetlerinin yatağında yürür Dokuzuncu Söz adlı şiirsel eserinde. İslam’ı insan olmak üzerinden anlayan ve anlatan Risale-i Nur üslubu, bu eserde iyice kristalleşir. Namazı kalbe çağrı olarak okutur, secdeyi hayret eden kalbin mukabelesi olarak gösterir, kıyamı sonsuz minnet duygusuyla meşbu kalbin ayaklanışı olarak resmeder. İnsanın namazla kalıptan kalbe yükselişine şahit olur, gövdenin süflî ihtiyaçlarından ruhun ulvî iştiyakına terfi makamı olduğunu ortaya koyar. Anlaşılan o ki, namaz kılan insan, kâinatın kalp seslerine can kulağı olur, göklerde ve yerde süregelen çırpınışı nabzına taşır. Namaz kılmak hakkıyla insan olmanın sonucudur. Vakte duyarlılığın tablosudur.
Secde, Allah’a itaatin insanda kristalleşen sembolüdür. Bu secdeye insanı ikna eden ise bütün kâinatın eksiksiz itaatidir. Başta hayvanlar olmak üzere, bitkiler ve cansızlar eksiksiz itaat halindedir; secdededirler. Hayvan hayvanlığıyla secde eder, taş katılığıyla, ateş yakıcılığıyla, su akışıyla… İnsanın secdesi, bu secdelerin şahitliğidir.
İşin aslı özetle bu…
Yine de dileyen Kur’ân’da ibadetsizliğin hayvanca yaşamak demeye geldiğini anlatan ifadeler bulur. Polemik yapılacaksa, polemik heveslilerine sayısız malzeme bulunur. Değil bu Ramazan’ı, beş on Ramazan’ı magazinle savuşturmaya yeter. Bilgiler ve bilgileri bilenler kıyamete kadar tartışır. İşte sorun da bu; bilgiyi hazmetmeden, metaforik ifadeyi kalbe vurmadan ulu orta söylemek, söylemek, söylemek, söylemek. Söyledikçe, yürekleri ağza getirmek, yürekler ağza geldikçe inadına söylemek, söyledikçe gündemde olmak, gündem olunca daha çok söylemek, karşı-söylemcileri susturmak için de söylemek, yürekleri ağza getirmek… Anlamca kısır ama reytingce doğurgan bu döngü böyle devam eder, edecek… Araya alınan reklamları seyirci fark etmeyecek bile!
Belli ki bir üslup sorunumuz var. Giderek hoyratlaşan ve sığlaşan modern söylemin en sivri kısmı din adına seslendiriliyor. Dini anlatırken, sağduyulu ve sakin kalarak, duru ve diri konuşarak tutunmak mümkün değil görselliğin akışına. Görünür ve duyulur olmanın ustaca çözümleri olarak sürekli yenilenir bu manevralar. Bilgisi üzerinden birbirimizle vuruştuğumuz Kur’ân, ‘bilmiyorum’ demeyi yüceltir; insanca var oluşu, aczini idrak edişi önceler.
Üslupsuzluğumuza Kur’ân ayetlerini paravan yapmama nezaketini unutmamalı. Mızrakların ucuna Kur’ân sayfaları asma hoyratlığını hatırlamalı. Elbette ki, her insanda’hayvan’ altyapısı vardır; dürtülerle yaşayan hayvanî altyapıyı, ilkelerle yaşayan insanî üstyapıya yükseltmek için iner ayet. Yaratıcı’nın yarattığına konuşması şefkatle onarmak, nezaketle yoğurmak içindir. Bu konuşmadan kuru bilgiler devşirip yıkımlara yol açmak ağır sorumluluktur, vebaldir. Ubudiyet, ‘yapmazsan hayvansın!” diye tehditle anlatılacak kuru emir değil, “insansan yaparsın!” diye anlatılmayı bekleyen gönül yolculuğudur.
Özür dilenmiş diye duydum. Hayvanlar da duyar mı bu özrü? Hayvanları secdesini görememek önemli bir maluliyettir. Allah hepimize şifa versin!