Sinemanın toprakla doğrudan bağı var. Soyut bir ifade olmanın çok ötesinde direkt toprak kokusunu barındıran satırlar bunlar. Sanatını yapabilmek için toprağını bırakmayan bir adamın, şimdi o toprağın 2 metre altında hemhal olmasını seyrediyoruz. Bir film gibi. Samimi, ciddi, bizden ve kalıcı…
Abbas Kiyarüstemi, son 20 yıldır sinemayla ilgilenen herkesin mutlaka izlediği (izlenmesi gerektiği dikte edilen) isimlerdendi. Birilerinin 'mış gibi yaparak' sahip çıkmasının ötesinde Kiyarüstemi, öncelikle ve özellikle önem verilmesi gereken bir isim/di. Batılıların ve ülkemizdeki Batıcıların sahiplenmesine aldanan 'bizimkiler', Kiyarüstemi'ye hep burun kıvırdı. Başkalarının önem vermesini kötü referans olarak addedip görmezden geldi. Sineması yeterince eğlenceli de olmayınca, İranlı Abbas'a Türkiyeli Abbas yan baktı hep. Neyse ki ilahi adaletin sonucu olarak Kiyarüstemi bugün sinemayla ilgilenen her kesin/kesimin saygı duyduğu bir isim.
İdeolojik aykırılığa rağmen toprağını terk etmeyen Abbas Kiyarüstemi, her bakımdan saygıyı hak eden bir isim oldu. 1979'da İran'daki devrimden sonra birçok sanatçı gibi sinemacılar da ülkesini terk etti. Ve bunu da özgürlük, sanat adına yaptı. Kiyarüstemi ise kalmayı tercih etti. Sebebi çok netti: "Bir ağacı kök saldığı yerden ayırıp başka bir yere taşırsanız, meyve vermez olur. Verse de güzel olmaz. Bu, doğanın kanunudur.
Bence, ülkemi terk etmiş olsaydım, aynen o ağaç gibi olurdum." Basit, sade, net ve ikna edici… Tıpkı sineması gibi…
Abbas Kiyarüstemi'yi farklı kılan, tam da bu bakışıyla beslediği sinemasındaki derinlikti. Kimi zaman şiir, kimi vakit müzik, genelde tasvir, çoğunlukla hayattı. Evet, hayatın ta kendisiydi, sineması. Doğduğu ev sanatını bağladığı topraklardan beslenen Kiyarüstemi, terk etmeyi seçen birçokları gibi harcanmayıp kuvvetlendi.
Acem toprağındaki Kirazın Tadı böyle çıktı. İntiharın eşiğindeki bir adamın içindeki fırtınayı dingin bir gecede sakin bir yoldaşla eski bir arabanın içinde günışığına devşirdiği film, Kiyarüstemi'nin şöhretini perçinledi. Bizim için mühim olan bu değil.
Şöhreti, sanatının geniş kitlelere ulaşmasını sağladı. Anlaşılır. Sonrasında Kiyarüstemi, çocukluğunun varlık haritasındaki yokluklara tutunarak Dostun Evi Nerede diye sordu. Ne arıyordu? Bu Acem Abbas, neden hep çocuk kullanıyordu?
Gerçek olamayacak kadar gerçekçiydi. Sinema tarihinin en basit hikayelerinden biri, dünya tarihinin en naif ve vurucu sanat eserlerinden birini doğuruyordu. Köker Üçlemesi (Ve Yaşam Sürüyor, Zeytin Ağaçları Altında, Kirazın Tadı) heyecan vericiydi elbet. Lakin 10 (Ten) filmi, biçimsel olarak sinemaya yepyeni bir soluk verdi.
Bir de 5 (Five) var. Ki, sıkıntılıydı. Çok kimse de bilemedi. Sinema tarihinin en şirin filmlerinden biri de Kiyrüstemi imzalıydı. Şirin, müstesna tarzıyla, az bilinen filmlerinden biri olmasına rağmen Kiyarüstemi'nin yüzakı işlerinden oldu.
Toprağına bağlı, toprağıyla şekillenen sanatıyla gönlümüzde yer eden Kiyrüstemi, hayatının son senelerinde kariyerinin defolarını üretti. Aslı Gibidir ve Sevmek Gibi filmlerini İran dışında çekti. Toprağında çektiği filmler gibi olmadı. Elbette belli bir seviyenin üzerindeydi. Fekat Kiyarüstemi filmi olamadılar.
İran sinemasını sansürün var ettiğini iddia etmiştim, seneler evvel. Aynı fikirdeyim.
Sansür sayesinde bugün İran Sineması diye bir olgudan bahsedebiliyoruz. 1979 İran Devrimi öncesi İran Sineması, ancak Türkiye Sineması kadar özgündü. 10 senede bir yaşadığımız darbelerle sekteye uğrayan toplumsal dinamiğimizin sanattaki yansıması olarak kekeme bir sinemaya sahip olduk. İran ise uygulanan kısıtlamalar 'sayesinde' eşsiz bir sinema doğurdu. Kiyarüstemi de sansür meselesini değerlendirirken, "Bence sansür bizi kapana kıstıran bir şey değil çünkü onunla baş etmenin bir yolunu buluyoruz diyor. Evet. Tam olarak mesele bu. Türkiye’deki sansür yaygaracılarının
meslek edindiği kolaycılığın çok ötesinde bir fırsattır kısıtlama. Eğer sanat yapılıyorsa tabi ki…
Sansür denen modern kavramı savunup savunmamak değil konumuz. Sanat elbette özgürlüğü savunur. Lakin, özgürlükten anladığı sınırsızlık ve edepsizlik olanların aklının alamayacağı derecede makul bir itiraz Kiyarüstemininki. 2 yıl önce Antalya Altın PortakalFilm Festivalinde yaptığı meşhur konuşmasında da söylediği gibi Kiyarüstemi, sansür yaygaracısı bazı akranları gibi yapmadı ve sadece sanatına odaklandı. İktidarın kim olduğu sorusunu dillendiren Kiyarüstemi, bir kısım zamane sinemacılarının aklının almasında zorlanacak derecede toprağıyla ve kendiyle barışıktı.
Daha uzunca satırların izah etmekte zorlanacağı bir ustaydı Kiyarüstemi. Vefat haberini alınca bir çağ kapandı dedim. Fazla mı duygusal bakıyorum, bilemiyorum.
Fekat Kiyarüstemiden önceki sinema ile sonraki sinemanın aynı şey olmadığına kani herkes gibi ben de Onsuz bir dünyanın var olduğu zamankiyle aynı olmayacağını düşünüyorum.
Haydi Abbas, vakit tamam; diyordu ya, tam da öyle bir melodiyle uğurluyoruz Kiyarüstemiyi… Toprağının adamı, toprağının kucağında artık. İyi bilirdik…