Tuş sesine uyarlanmış bir hayatı yaşamak.
Sosyal medya mecralarının zil sesine duyarlı tetikte yaşamak.
Yemek masasında göz göze gelmeden, tebessüm etmeden masaya bırakılan telefon ekranından haber değeri olmayan yalanlarla yemeği kaşıklayarak ve yediğinin farkında olmadan yiyerek yaşamak.
Aile ortamında her birinin elinde bir telefon ve televizyonda izlenme oranı yüksek bir diziyi seyrederken yaşamak.
Toplu taşıma araçlarında, yolda, karşıdan karşıya geçerken, markette bir şeyler alırken bir gözü daima ekranda yaşamak.
Günün tarihini yapan neslin, tarih yapanların tarihinden habersiz yaşama çabaları yaşamayı anlamlı ve mümkün kılar mı? Medya tarihten kopuşun mu, tarihle barışın ve tarih yapmanın mecrası mı?
Yirmi beş yıl sonra bugünün tarihini yazmaya karar verenler “anlık veri akışı” ile sınırlı ve algı kurgulama aracı dijital ortamda ne bulacaklar?
İnsanlar hikayelerini yazmak yerine ötekinin hayatı ve hikayesiyle meşgul; üstelik yalan yanlış üzerine kurgulanmış ötekinin hayatı! Ötekinin hayatı ile kesişmeyen hayatın kırıntılarından ibret alınacak, örneklik teşkil edecek bir hayat hikayesi, yaşamak bilgisi çıkar mı? Hayır!
Muhakeme için geçmiş bilgisine/ tarihe ihtiyaç var; yani dünden başlayarak geriye doğru olup bitenlerin bilgisine. Göte’nin (J. Wolfgang Goethe) ifadesiyle “Geçmişi bilmeden bugünü anlamak imkânsızdır ve geçmişle bugünü karşılaştırmak için insanın daha çok zamana ve zihnini dağıtacak daha az uğraşa ihtiyacı var.” Oysa bugün insanın her anı dolu ve her an küçük bir ekranın kuşatması altında. Her ferdin kişisel bir gündemi var ve ortak düşünme alanları yok. Bir sorunu çözmek için ortak iradede uzlaşma da yok.
Gazi Mustafa Kemal’in hayatı üzerinden bir kültür savunması çıkarmak için onun yetiştiği coğrafya, dönem, tarih ve kişisel bilgi edinme kaynakları bilgisine aşina olmak ve hayatı içinde iniş çıkışlarını, kabul ve retlerini bilmek gerek. Bir örnek olması ve hatırlanması için ‘Dil’ konusundaki kararlarını bilmeye ve son karar olarak ‘dilde tasfiye ve uydurmacılığa’ son verdiğini bilmeye ihtiyaç var. Hatırlamadan ve bilmeden yaşamak, beyhude ve boş yaşamaktır.
İnsanlar yaşadıkları coğrafya ve o coğrafyada var olageldikleri topluluklarla, ortak tarih veya tarihleriyle bir ilişki kurar. Bazıları tarihi tecrübeyi, insani birikimi, kültürel geçişleri, medeniyet etkileşimlerini inceleyerek yaşadıkları zamanı normalleştirmek ve sağlıklı bir yaşama alanı inşa ederek geleceğe hatıralar hazırlamanın mesaisine girişirken; bazıları yaşadıkları anın bir dakika öncesine zihinlerini kapatıp fesat üretmeye, ayrıştırmaya, ötekileştirmeye girişir. İdeolojik saplantıları uğruna mensubu oldukları bilim ekolünü, disiplinleri, objektif kriterleri, medeni, entelektüel veya akademik ahlakı unutup sanal dünyanın diline teslim olur ve yaşadığı toplumla, toplumun farklı değerler sistemine ait insanlarıyla düzeyli ve saygılı bir ilişki kuramazlar. Siyasi yol arkadaşlarının algı argümanlarına teslim olur ve "hakikat" arayışından vazgeçerler. Doğru bilgi ile ilişkisini koparan bir topluluk "gerçeklik duygusu"nu yitirir; coğrafya, tarih, medeni anlayış, insana özgü temas ve saygılı dil kullanma yetisini/kabiliyetini kaybeder.
Türkiye’nin yazılı ve görsel medyası başta olmak üzere tüm iletişim ve bilişim organları gerçeklikten kopmuş ve her bir kamp mensubu bireyler ideolojik ve siyasî tercihleri doğrultusunda yürürlüğe konulan algı malzemeleri ile söyleşmeye devam ediyor. Kimsenin kıymetli bir ortak doğrusu yok. Dünyanın en önemli ve doğru işleri bile bir ideolojik algı uğruna görmezden gelinebiliyor.
Tahayyül ile muhayyile arasında yaşamanın, yaşayabilmenin tek bir yolu var. Hatırlama kapasitesine sahip olmak ve hatırlanmaya değer birikimi kutsamadan ve karalamadan doğru kullanabilmek. Yaşadığımız zaman diliminde insana ait insanî değerler hiyerarşisi alabildiğine değersizleştirildi. Sosyal medya denilen algı üretme ve üretilen algıları referans kabul ederek haberleştirme mecraları hatıranın da değersizleştirilmesi aracı kılındı.
Tarihin "doğrusu"nu, "hakikat"ini bilmek kaydı ile hafızada oluşan imajlarla bir coğrafi alanda oluşan tarihe dayalı hatıralarla vakti yaşamak ve bu vakit üzerinden gelecek hayali ile bir tahayyül ortaya koymak yaşadığımız topluma saygı, gelecek nesillerin emaneti ve geçmişe vefanın gereğidir. Dünden arınarak bu günü, dünü değersizleştirerek yarını kurabilen bir toplum yoktur. Tarihi kutsamadan, ideolojiyi mutlak doğru bellemeden, bu günü kirli algılara kurban etmeden ve "sanal cehalete" teslim olmadan bir tarih, kültür ve medeniyet tahayyülü ortaya koyacak analitik zekalara olan ihtiyaç her zamankinden daha fazladır.