Hasbihâl

Abone Ol

Konuşup dertleşmek üzere bu köşeye bakan dostları selamlıyorum. “Kalemle yazmayı” ve “eşyanın ismini öğretene” hamdolsun. Kalemin ve kelimenin şerefine sadık kalarak, hayatın hakikatini örtmeden yazma yolculuğu yapmanın gereğine inananlardanım; çünkü insan başıboş bırakılmamış ve sorumlu olarak gönderilmiştir. Ve insan bir iz üzere tevarüs ettiği sorumluluğu, makuliyet ve mesuliyet şuurunu müdrik olarak ardıllarına aktarmak zorundadır.

İnsanın, insan ve insanlık ailesinin bir ferdi olmasından dolayı insanlığa karşı bir sorumluluğu vardır. “İNSAN, başıboş bırakılacağını ve dilediği gibi hareket edebileceğini mi sanır?” hitabında muhatap insandır. Sorumluluk herhangi bir inanç, ideoloji, meşrep veya mezhebe aidiyetle tasnife tabi tutulmamıştır. İnsan, bu şuura ulaştıktan sonra mahluk ve beşerden ayrışır ve “mükerrem vasfını haiz” insan olur.
Birbirini uyarmayan ve yapıcı eleştirilerle doğruyu paylaşamayan toplumlar, hakikate ulaşmada ve hakikatte buluşmada hep geç kaldılar. Bir şeylerin etrafından dolaşmayı marifet belleyenlerden olmamak için burada kelime ustalarının izini süreceğiz. Zihin dünyamızı inşa eden ustalardan emanet aldığımız kelimelerle hasbihâl edeceğiz. Yolculuğumuzda Namık Kemal, Mehmet Âkif, Babanzâde Ahmed Naîm, Necip Fazıl, Cemil Meriç, Sezai Karakoç ve bu izlekte talebe olanlarla yol arkadaşlığı yapmaya gayret edecek; doğruyu dosdoğru söyleyeceğiz. Yazıya her başladığımda merhum Âkif’in “Hayır, hayal ile yoktur benim alışverişim .../ İnan ki: Her ne demişsem görüp de söylemişim. / Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek / Sözüm odun gibi olsun; hakikat olsun tek!” sözleri yazı masamın kenarında olacak.

Burada daha çok kültür, medeniyet, edebiyat, dil ve dergilerden söz edeceğiz. Zaman zaman kitaplar üzerine de söyleşeceğiz. Yazı hayatına 1970’li yıllarda dergilerde yazarak başlamış biri olarak dergilerin serazat çığlıklarına kulak kabartacak, genç dergicilerin “dünyayı kurtarma çabalarını” destekleyeceğiz. Tarih boyunca yayımlanan dergilerin her birinin çok özel bir sorumlulukla yayımlandığını, kalemleriyle hayatlarımızı farklılaştıran çok özel yazarların yetişmesinde birer mektep olduklarının bilinciyle dergileri özel bir yerde tutacağız.

Kimi zaman eski dergilerimizi gündeme alacak ve genç dergicilerin o dergilerle tanışmalarına aracılık edeceğiz. Güçlü kalem ve üslup sahibi yazarlarımızın yetiştikleri dergilerdeki yazarlık yolculuklarına hep birlikte tanıklık edeceğiz. Namık Kemal ve İbret, Mehmet Âkif ve Sıratımüstakim - Sebilürreşad, Necip Fazıl ve Ağaç-Büyükdoğu, Osman Yüksel ve Serdengeçti, Sezai Karakoç ve Diriliş, Nuri Pakdil ve Edebiyat üzerine hasbihâl edeceğiz. Mehmet Âkif İnan, A. Cahit Zarifoğlu, Alaeddin Özdenören, A. Erdem Bayazıt ve Rasim Özdenören’in Mavera dergisiyle gerçekleştirdikleri ekip hareketi dergiciliğini de konuşacağız.

Varlık âleminde insanı, diğer varlıklardan ayıran büyük nimetin akıl olduğu hakikatinin gereği olarak “bize söylenmesini istemediğimiz hiçbir sözü” insanoğluna söylemeyeceğiz. Söz söyleme makamında kelimeyi silah olarak kullananlardan olmama şiarıyla başlayan yolculukta, okuyan her bir yol arkadaşımızın uyarma hakkı vardır. Söz, sözü öğretenin emanetidir.
***
Aynı çağda birlikte yürüme şerefini yaşadığımız Sezai Karakoç, sorumluluk nöbetini tamamlayarak ebediyete göçtü. Gitmeden bize öğrettikleriyle son yoluculuğuna iştirak ettik. Rahmet ve dua ile.

“Ve ırmak da ölümlüdür. Bir gün, onun da hayatı ya kendinin büyüğünde ya ırmaklar ırmağında ya daha büyük olanda, denizde, ya da zıddında, onu içende ve yutanda son bulacaktır. İnsan ömürlerinin toplum içinde, ya da tarih periyotlarında eriyip kayboluşu gibi” (Diriliş, 25 Temmuz 1988).

“En onulmaz yarası olanlar/ Ta kalplerinden vurulmuş olanlar/Yüreğinde insanlıktan bir iz taşıyanlar”a selam olsun,