Bazı mevsimler, bazı aylar, bazı günler…
Bazı sabahlar, bazı akşamlar, bazı geceler…
O mevsimlerde o akşamlarda, o gecelerde her şey olduğundan daha fazladır. Çetin bir kıştır örneğin, yahut kavurucu bir yaz. Gece haddinden fazla karanlıktır, gündüz gözleri yakacak kadar beyaz. O vakit göğe başka bakılmıştır, yere başka. Dualar ki arşı alayı titretecek kadar. O gün koşan başka koşmuştur, yürüyen başka. ”Biraz üzgün ve Ömer öfkesinde biraz”. Ama çokça iman çokça vatan.
Bir hilal uğruna koşan, konuşan, haykıran. Anasıyla, babasıyla, eşiyle, dostuyla. Yahut Erol Olçak gibi yağız oğluyla. ”Benim olmadığım yerde Türkiye yoktur” inancıyla. ”Vatan sevgisi imandandır” itikadıyla.
Bazı askerler, bazı polisler, bazı babalar, bazı çocuklar. Kimisi şehit, kimsi gazi, kimisi de kahraman. Tek yürek, tek amaç. O bize çok yakındı her zaman biz O’na çok uzak. Aramızda onca mesafe onca yar. Aşılması gereken dik yamaçlar, sıradağlar. Kimisi kıvrımlı, kimisi kırık, yahut volkanik. Farklı şekilleri olsa da mahiyetinde hepsi dağ. Dağın dağa karşı ne üstünlüğü ola. Haddini aşan her şeyin zıddına dönüştüğü gerçeğiyle, dağ da olsan bir sathının yerde olduğunu bir an olsun unutursan, sen de çöküşünü hazırla.
Dağ dağa ağyar olmuşken, yeryüzü resminde boyalar bu kadar karışmışken, beyazımı bulup içlerinden nasıl ayırabilirim? Uçurumun kenarındayken, esen şiddetli rüzgara nasıl güvenebilirim?
Her bir parçam başka coğrafyalardayken, başımla gövdemi, fikrimle amelimi tek bir noktada toplayıp, o noktadan nasıl konuşabilirim?
İster be’nin noktası olayım ister cim’in isterse de nun’un. Ama ille de nokta olayım, ille de nokta!
Kardeşin kardeşim dediğine kalleşliğini; milletine vatanına hainliğini aklım alamazken, söylenecek çok söz varken ama ne söylesem söyleyeyim biliyorum eksik kalacakken, hep bir yarım kalmışlığı anlatıverir benim için üç nokta. Sözün yetmediği yerde çok sesli bir üç nokta.
Gürbüz çocuklar, yiğit adamlar, bir köprüde, bir tankın önünde göğüslerini siper ederlerken, kuşları fillere galip eden bir kudret vardır bilirler. Küffarın ilerleyişini durdurmak için tankın önüne yatanlar, ateşe atılan İbrahim’i kurtaran El-Cebbar vardır bilirler. İçeride ve dışarıda cereyan eden kirli oyunlar, kumpaslar, senaryolar varken, hesaplar üstünde hesap vardır bilirler.
İyi ve kötü bu kadar karışmışken, münafıklar ortalıkta kol gezinirken, denizin tatlısıyla tuzlusunu ayıran El-Alim vardır bilirler.
O halde sesimiz kısılmıyorken yüksek sesle şarkımızı söylemeye devam etmeliyiz. Ellerimiz titremiyorken sazımızı çalmaya, paletimiz kurumuyorken resmimizi tamamlamaya, mürekkebimiz tükenmiyorken defterin sahifelerini karalamaya; sese, renge, taşa toprağa can vermeye devam etmeliyiz. Bütün varlığı şahit tutmalıyız bizimle. Açılan boşlukları ”Emaneti ehline veriniz” bilinciyle doldurmalıyız.
Hayat boşlukları affetmiyor, gördük. Bir lahza olsun düşman uyumuyor, şekilden şekle, renkten renge girip, bulduğu boşluktan sızmaya başlıyor, bunu da gördük.
Artık uyanmışken uykumuzdan, birleştirebilmişken başımızla gövdemizi, sağımızla solumuzu, vakit kaybetmeden harekete geçmeliyiz.
Zira, “hareket etmezsen acı üzerinde birikir.”