Kendimize yabancılaştık, tarihimize yabancılaştık, geçmişimize yabancılaştık…
En önemlisi de inancımıza yabancılaştık; neye ve niçin inandığımızı unuttuk.
Unuttuklarımızı tekrar öğrenmek ya da hatırlamak için de en ufak bir çabamız da olmadı.
Yavaş yavaş sahip olduğumuz en kıymetli değerleri kaybeder olduk. Mücadele azmimizi kaybettik. Ardından samimiyet ve sevgimizi de… Merhametimiz onları izledi…
Önceden yabancı olduğumuz, sonradan öğrendiğimiz yeni değerler bizi aslımızdan iyiden iyiye uzaklaştırdı.
Belki özentiydi bu. Belki de yeni ve farklı şeyler diye bu yeni değerlerle meşgulken unuttuğumuz ve yabancılaştığımız değerlerimizi düşünmeye ve hatırlamaya dahi fırsatımız olmadı.
Yeni yaşam tarzının gizemine ve rehavetine öylesine kendimizi kaptırdık ki hiçbir şeyi sorgulamaya gerek dahi görmedik.
“Bizler farklıyız, asla onlar gibi olmayız, bu yalan dünyaya alışmayız” derken eleştirdiğimiz kişileri dahi geçtik.
Bu yaşam tarzı bize ait değildi ama çok çabuk alıştık. Asla alışmayız dediğimiz şeylere hem de fena alıştık.
Tam da o zaman heva ve heveslerimiz aklımızın önüne geçiverdi. Gündelik hayatımızı aklın ve naklin tam zıtlarının etkisi ile şekillendirir olduk.
Bu şekillendirmeye de öylesine kaptırdık ki kendimizi inandığımız değerleri de bu şekillendirmeye kurban ettik.
Hatta bu değerler yaşamakta olduğumuz şeylerle zıtlaştığında kıyas ve tevil yoluyla yaşamakta olduklarımızı inancımıza tercih ederken yepyeni bir inanç sistemi oluşturuverdik.
Uydurduğumuz ve oluşturduğumuz bu yeni inanç sistemi, bu dünyayı değiştirme iddiasındaki bizlerin yeni akideleri oluverdi.
Kendi uydurduklarımıza ve yalanlarımıza alışmamız da çok zor olmadı. Çünkü kendimizi adapte ettiğimiz yeni inanç sistemi zaten nefsimize çok hoş gelmemiş miydi?
Unuttuğumuz ve hatırlamak istemediğimiz eski asıl inanç sistemimiz bize çok yabancı kalıvermişti. Zaten nefsimize de zor geliyordu.
Güzel ve iyi şeyleri neden başkası için istemeli idim ki?
Kazanımlarımız niçin başkası ile paylaşmalıydı? Para, mal, mülk ve makam öyle kolay mı elde ediliyordu? Bunları elde etmek için gecemizi gündüzüme katmış, bu günlere tırnaklarımızla kazıyarak gelmiştik.
Hem Müslümanlar her şeyin en iyisine layık değil miydi? O zaman biz de her şeyin en iyisine layıktık…
Dünyayı değiştirmek bir bize mi kalmıştı? Âlemin enayisi bir biz miydik? Nasıl olsa bu dünyayı değiştirmek ve kurtarmak çabasında olacak bir Don Kişot mutlaka olurdu.
İşin özü bizler bu dünyayı değiştirememiştik, ama dünya bizi değiştirmişti.
Gönlünüzden güzellikler eksik olmasın, dostça ve sevgi ile kalın.