Halep de bizimdir, Musul da bizimdir, Kerkük de bizim

Abone Ol

Zulümle âbâd olunmuyor kâri. Olamıyorlar, sen de görüyorsun. Belki birkaç zaman caniliklerinin ve zalimliklerinin sarhoşluğuyla galip geldik zannediyorlar ama hayır, galip olan onlar değil her vakit zalimin karşısında ölse de galip olan mazlumlardır. Ve sen kimden bahsettiğimi biliyorsun.

Dünya savaşla değil barışla kurulur aslında, gönülle kurulur, merhametle… Bunu en iyi biz biliriz ya da bilmeliyiz. Zira dedelerimiz asırlarca yaptı bunu. Oysa zulmedenlerin sonu yine kendi planları, kendi tuzakları ve kendilerinin içlerini pislikle doldurdukları çukurlarıdır. Onun için dünyada zulmedip de galip olanın olabileceğine inanmıyorum ben. Ve ben bir de şuna bütün varlığımla inanıyorum ki bunca düşmanın, bütün kuvvetiyle, bütün silahları ve kendi gibi içerde ve dışarıda bulduğu sürüleriyle üzerimize gelmesine rağmen halen dahi dik ve ayakta duruyor olmamızın sebebi asırlarca İ’la-yı Kelimetullah mefkûresiyle yollara düşen ve mazlumun derdine koşan ecdadın aldığı dualardır.

Şimdi biz o mazlumların duasıyla ayakta kalmışken -Ve gerçekten bizim yerimizde başka hangi millet olsa kalkamazdı o düştüğü yerden- ve yine onlara zulmedilirken yardımlarına gitmemekten ar etmeyecek miydik? Onlar halen dahi bizi o şanlı ecdadın torunları olarak görüyor ve bizden yardım bekliyorken, varil bombalarıyla öldürülen, enkazların altında ezilen çocukların, babaların, anaların feryadını duymazdan mı gelecektik? Dünya sağır diye biz de mi sağır kesilecektik? Onlar kör diye biz de mi görmeyecektik?

“Musul’da ne arıyoruz? Kerkük’te kimimiz var? Halep ile ne ilgimiz var?” diye soran gafiller var. Çokça var hem de. Kimi hamakatinden konuşuyor bu lafları, kimi hasedinden, kimi husumetinden… Ama konuşuyor. Hepsi olabilir ve her şey de söylenebilir belki. Ta bilmem dünyanın hangi ucundan oraya gelenlere “neden buradasınız?” demiyorlar da daha bir asır evveline kadar bizim olan ve hemen yanı başımızdaki ecdat yadigârı, ata mirası topraklara neden gidiyoruz diye soruyorlar. Ve çok konuşuyorlar. Bu adamlar bunca konuşurken biz susalım mı yani? Bence hayır. Susmak denen fiilin kutsiyetini bilsem de şunu da biliyorum ki bazı durumlarda susmak da ihanettir.

Onlara icap eden cevabı verenler de var. Elbette var. Ama ben işin bir başka tarafına bakıyorum. Duygusal tarafına… “Kerkük’e, Musul’a, Halep’e neden gidiyoruz?” diyenlere kendimce cevap verme gayreti belki de bu yaptığım, cevap olur mu olmaz mı bilmem ama olsun. Çanakkale’de mesela, şehitlikte o beyaz mermerlerin üzerine şehadet mertebesine erişmiş yiğitlerin isimlerinin altında Halep, Kerkük, Musul yazanlar varsa -ki var- o vakit Halep de bizimdir, Musul da bizimdir, Kerkük de bizimdir. Onlar bundan yüz sene evvel “Çanakkale kimindir, orada kimimiz var?” demedilerse ve çıkıp da ta oralardan geldiler, canlarını burada sahibine teslim ettilerse o vakit “neden gidiyoruz?” sorusu herzeden, lakırdıdan başka hiçbir şey değildir. Ha belki de” bunlar hayal” diyeceksin. Olsun, hayalimizi de alamazlar ya.

Hâsılı, dünya kaçtan büyüktür bilmem. Lakin şunu bilirim ki Allah hepsinden büyüktür ve davamız O’nun davası oldukça da bizimledir O. Ve O bizimle oldukça da ölüm bile zaferdir…