Son günlerde vaiz İhsan Şenocak’ın güzide kurumumuz Diyanet tarafından görevden alınmasından dolayı evlere şenlik bir münakaşa yürütülüyor. Diyaneti ihanetle suçlayanlardan tutun Şenocak’ın alimliğini ululayanlara varıncaya kadar ölçüsüz ve kör fanatizm kokan tutumlar arzı endam ediyor. Yürüyen bir soruşturmadan mütevellit basit ve geçici bir görevden almayı, bu kadar abartacak ve işi Ehl-i Sünnet savunmasına dönüştürüp cepheleşmelere ve fitneye sebep olacak denli ileri götürmek sağlıklı bir durumu imlemiyor. Peki kime karşı bu savunma hattı? Dün bize yabancı iken bugün, ortaya koyduğu vizyon ve yaptığı takdir edilesi işler nedeniyle varlığına hamdettiğimiz bir kuruma dönüşen Diyanet İşleri Başkanlığına karşı… Sanırım Ehl-i Sünnet’ten önce Ehl-i insaf olmak gerek!
Ama Şenocak üzerinden Ehli Sünnet tartışmasına katılanların tartışma biçimine ve kullandıkları dile bakarak diyebiliriz ki tarafların neredeyse tümü “Hakiki Sünni”! Çünkü seleflerinin sünnetini yaşatıyorlar. Ağabeyleri de böyle tartışırdı, bunların. Pireyi deve yapar, fıkhen ve itikaden “muhtelefün fih” olan hususlar için yorgan yakar, birbirlerini tekfire varan söylemler üretirlerdi. Tekfir deyip geçmeyin teolojik, ekonomik, sosyolojik, hukuki ve psikolojik yaptırımlarını düşününce Hıristiyan teolojisindeki aforoza şapka çıkarttırırdı. Tekfir ile elde edilen Allah adına hüküm veriyor olmanın şehveti, sizi hedonizmin doruklarına taşırdı.
Peki, ne demek Ehl-i Sünnet?
Araştırmalara göre Ehl-i Sünnet terimini ilk kez kullanan Abdullah ibn Abbas (v. 688) ya da Muhammed bin Sîrin’dir. (v. 729) Ehlü’s-Sünnet ve’l-Cemaat adını ilk kez nispeten kapsayıcı bir dini yorumu ifade etmek için kullanan ise 10. yüzyılda yaşayan Ebu’l-Leys es-Semerkandî’dir.
Peki Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat kime denir? Bu sorunun cevabını, Enes bin Malik’ten (612-709) alalım. “Ehl-i Sünnet;ilk iki halifeyi seven ondan sonraki iki damat halifeyi karalamayan ve mest üzerine meshi caiz görendir.”
Kavram ilk zamanlar daha dar bir anlamda kullanılırken sonraları muarızlarını da kapsayacak bir erginliğe/enginliğe erişmiştir. İki temel niteliği haizdir. Birincisi, Sünnete ittibadır. Her ne kadar sünnet deyince ilk akla gelen Allah Resulünün söz, fiil ve takrirleri ise de terim zamanla evrimleşerek genişlemiş önce Raşid Halifelerin sonra da Tabîîn neslinin uygulamaları sünnet kavramına dahil edilmiştir.
İkincisi ise cemaat kavramıdır ki kapsayıcılığı, çoğulculuğu, toleransı ve fikir hürriyetini ifade eder. Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat kavramı özünde tarihsel hatta gelişimi itibariyle tepkisel olmasına rağmen birbirinden farklı mezhebi oluşumları aynı şemsiye altında birleştirebilmek gibi ayırdedici bir niteliğe sahiptir. Sünni düşüncenin bazı temel özellikleri şunlardır:
Siyasal iktidara karşı isyancı ve devrimci bir karakteri barındırmaz, devletle barışıktır.
Tarihin kırılma noktalarında tutum alırken hareket noktası hep toplumsal maslahat (toplam fayda) olmuştur.
Hz. Osman’dan sonra yaşanan kaotik olaylara karşı sükutu tercih etmiş, bu tutum sonraları sahabe kutsamasına dönüşmüştür. Bunda Şia’nın masum imamlar teorisinin de etkisi vardır.
Ehl-i Sünnet; İslam’ın, tarih boyunca teşekkül etmiş en geçerli yorumudur. O, “Ehl-i kıble tekfir edilemez” prensibiyle teolojik hattı alabildiğine genişletmiştir. Yine de Ehl-i Sünnet’ten olmayı Müslüman olmakla eşitlemek doğru bir tutum değildir.
Şimdilerde Ehl-i Sünnet deyince akla gelen ilk isimlerden biri olan büyük bilge Ebu Hanife’nin, ilk dönemlerde Ehl-i Sünnetten sayılmadığını da hatırlatarak veda edelim.
Baki selam…