Davamız, hakikati, kalbi ve zihni ile tasavvur eden insanlara nakletmek, nakşetmek ve inşaetmektir. Zamanı kuşatan hakikatin zaman ve mekandan mürekkep bu alemde tecelli ve tezahürünü mümkün kılmaktır. Hakikatin afaki bu alemde tecellisinin bir cephesi vardır. Bu cephe irfan cephesidir. İrfan cephesi ifadesi, zihin dünyamızda şu telakkiye sahiptir; ”Bu milletin ruh köklerinde irfan pınarları var”. Tam olarak böyledir, İslam milletimizin ruh köklerinde mevcuttur. Milletimiz derin bir irfani anlayışa maliktir. İrfan, hem bütünü görür ve dünyevi-uhrevi ayrımı yapmaz hem de batın ve zahir bütünlüğü içinde hayatı idrak eder. Temel aldığı akaid nizamı üzerinden tüm meseleleri kuşatıcı bir kavrayış geliştirir. Temel meselesi insan olan islam, insanın alemindeki oluş ve olduruş güzergahını tespit ve bu nevide tayin etmiştir.
İrfan, vahdeti inşa edecek ana güzergahtır.
Bir şehrin maddi anlamda imarı için nasıl malzemeye ihtiyacı varsa, manevi duruşu ve telakkisi ile hareket eden tasavvurunu doğru mercilere yönelten bir millet topluluğuna da ihtiyacı vardır.
Tasavvuru kalp yapar, lakin kalbin hakiki ummanı tefekkürdür. Medeniyetlerin, kültürlerin temelinde ise insan vardır, olması gerekir. Bizlerin önce insanın inşası, özelde ise Müslüman şahsiyetin inşasını başlatmamız gerekir. Müslüman şahsiyetin inşasındaki temel mesele ise irfan cephesidir.
Şunu iyi idrak etmek gerekir ki; bu milletin kumaşı sağlamdır. Evet, bu kumaşın boyası bozulmuş olabilir fakat kumaşı sağlamdır. Bu milletimizin ruh genetiğine kadar işlemiş olan irfanı ile yoğrulmuş tarihine işarettir. Bizlerin iki-üç nesil gerisi, ya şehit ya da gâzidir. Demek ki bizler gâzi hakkı hak için savunan bir milletin torunlarıyız.
Kuran-ı Kerim’den Tur suresi 21. ayetini bir müjde olarak şu şekilde telakki etmemiz mümkündür; ”İman edenleri ve onları izleyen soylarını, onların soylarını kendilerine katmışızdır. Bununla beraber kendilerinin amellerinden hiçbir şey eksiltmemişizdir. Herkes kazancına bağlıdır”.
Milletimizin silkelenip tekrar ayağa kalkacağı ümidini kaybetmedik ve kaybetmeyeceğiz.
Merhum Cemil MERİÇ irfanı şöyle tarif eder; “İrfan, insanoğlunun has bahçesi. Ayırmaz, birleştirir. Bu bahçede kinler susar, duvarlar yıkılır, anlaşmazlıklar sona erer. İrfan kendini tanımakla başlar… uzun ve çileli bir nefis terbiyesi, irfan. Kemale açılan kapı, amelle taçlanan ilim. İrfan, bir Allah vergisi, cehtle (çalışmakla) gelişen bir mevhibe. İrfan, insanı insan yapan vasıfların bütünü. Yani hem ilim, hem iman, hem edep. İrfan, dini ve dünyevi diye ikiye ayrılmaz, yani her bütün gibi bölünme kabul etmez”.
Sonuç olarak; bizler bölünmeyen bir medeniyetin irfanı bakışları yüceleşmiş milletler olarak; irfanını içtimai sahada anlaşılır ve yaşanır kılan insanlar için vazifelendirilmiş bir millet olarak hayır cephesine aman vermemek, İSLAM MEDENİYET TASAVVURUMUZUN manevi kalesinin muhafızı için, neslin içtimai ve irfanı duruşlarını korumak adına vahdet-i vücûd olmak için EVET cephesinde yer almak bizim irfani duruşumuzdur.