Hakikat mi, Zerafet mi?

Abone Ol

Vaktiyle Einstein’e izafe edilen bir söz okumuştum. Einstein, Kendisine yöneltilen, “ Newton’un teorisi sizin teorinize göre daha estetik” eleştrisine, sözüm ona kapaklık bir cevap vermiş ve “Derdiniz hakikatse, zarafeti terzilere bırakın beyler” demiştir.

İlk okuduğumda beni derinden etkileyen ve ‘ne söz ama’ dedirten tepkim, zaman içinde değişti ve sözün tesiri buhar olup uçtu.

Bu diyaloğa şahit bir Amerikalı olsaydım, muhtemelen hala etkileniyor ve bu sözü medh-ü sena ile anıyor olurdum. -“Amerikalı değilim ve asla olmayacağım.”- Çünkü Amerikalılar(Batılılar)’ın hakikat anlayışı atomistiktir. Bütüncül veya tevhidi değildir. Hakikat anlayışları parçacı olduğu için estetik anlayışları da parçacıdır. Onlara göre bir teorinin doğru olmasıyla güzel olması arasında doğrusal bir bağ yoktur. Doğru olan bir teori güzel olmak, güzel olan bir teori de doğru olmak zorunda değildir. Bu bağlamda Einstein’in böyle bir söz sarf etmesi tabiatıyla doğal ve artistik olarak da geçerlidir. Ama benim için? Bizim için?

Ait olduğumuz varlık telakkisinin gölgesinde bu söz geçerli midir? Adına hakikat medeniyeti dediğimiz anlayış çerçevesinde bu söze hak kimliğini giydirebilir miyiz?

Bakalım giydirebilir miyiz?

Bir hayal kurun şimdi. Kahramanı Hz. Muhammed olan bir hayal. Çağına eriştiniz. Ona muhatapsınız. Görüyorsunuz onu. Dinliyorsunuz. Anlıyorsunuz. Anlamıyorsunuz. Ama sorma imkanınız var. Soruyorsunuz. Cevap veriyor size. Dikkate alıp bütün varlığıyla cevap veriyor. Selam veriyorsunuz ona. Daha güzeliyle alıyor. Gitmiyorsunuz ona. Size geliyor. Söz veriyor size. Siz tutmasanız da o tutuyor. Sizi hep tutuyor. Sesleniyorsunuz yolda ona. Bütün vücuduyla cevap veriyor. Sizinle konuşurken kelimeleri incitmekten ürküyor. Konuşurken, sizi yeryüzünün en değerlisi kılıyor. Hissediyorsunuz bunu. Bir anda kendinizi öyle görmeye başlıyorsunuz. Bir ayeti bildirirken sanki gökler iniyor yere. Bir ayeti bildirirken her şeyiyle yeryüzü şahit kılınıyor. Severken her şeyiyle seviyor. Öfkelendiğinde alnındaki damar da buna eşlik ediyor. Her hareketinde hiçbir şeyi dışarda kalmıyor.

Konuşurken dili konuşmuyor sadece. Söylerken diline eli de eşlik ediyor. Ayakları ve tüm azaları da.

Savaşırken kılıcıyla değil sadece.. Gözleriyle de savaşıyor.. Ruhu eşlik ediyor buna. Damarlarında akan kan şahlanıyor ve her hücresi kılıç sallıyor. Ne güzel sallıyor. Savaşmasına hayran olursunuz görseniz. Düşmanı bile olsanız tebrik edersiniz. Ve dersiniz ki: “ Ne güzel savaşıyorsunuz”. “Güzel” dersiniz. Haşin, dehşetli, korkunç demezsiniz. “Güzel” dersiniz. “Ne güzel savaşıyorsunuz.” Onun savaşması da güzeldir çünkü. O, savaşırken bile güzeldir ve güzellikten asla taviz vermez.

Dostluk mu dediniz? Onu dost olurken, onu dostlarıyla görmelisiniz. Herkesin onunla beraberken Allah’ı hatırladığı dostlarıyla. Hele Ebubekir’le. Kendisini her seferinde mütebessim çehresiyle karşıladığı refikiyle. Her seferinde güzel gördüğü ve güzel karşıladığı dostuyla. Güzel davranmaktan asla vazgeçmediği yoldaşıyla.

Öğretmenken düşlesenize onu. Bir şeyi öğretirken ki naifliğini tasavvur edebilir misiniz gerçekten? Hz. Aişe’ye ya da Enes b. Malik’e bir şeyi öğretirken nasıl inceldiğini. O koskoca hakikati ne kadar rafine bir şekilde ilettiğini.

Hiç Hırkayı Şerif Camii’ne gidip O’nun hırkasını gördünüz mü? O hırkanın yapıldığı kumaşa yakından baktınız mı? Ya üzerindeki işlemelere. O ince detaylara. Bence bakmalısınız. Bakarsanız iyi giyinen bir Peygamberle karşılaşacaksınız. Seçimi güzel olan. Zarafeti kıyafetine de yansıyan. Bizim gibi neyden imal edildiği hakkında bilgimizin olmadığı kıyafetleri üzerine geçiren değil, kaliteli bir kumaştan estetik harikası bir hırka giyen bir Peygamber göreceksiniz. Bir tane olsa da, asil ve güzel bir hırkası olan güzel bir peygamber.

Ayna ve tarak taşıdığını aklınıza getirin şimdi. Güzel görünmeye dikkat eden bir peygamber getirin aklınıza. Sakalı düzgün ve saçları uzun bir Peygamber. Bazen de kısa. Şartlar nasıl gerektirirse. Ya da canı nasıl isterse. Ama hepsinde düzgün ve güzel. Hepsinde yakışıklı bir peygamber.

Sözlerine hiç dikkatli baktınız mı? Yakından incelediniz mi? Belagat ve fesahat açısından. Ya letafet. Sözlerin ne kadar latif olduğunu gördünüz mü? Sözü hem en doğru hem de en güzel söyleyen bir Peygamber olduğunu gördünüz mü?

Çölde yürürken yağan yağmurla bütünleşen bir peygamber düşleyin şimdi. Damlalar inmeye başlayınca entarisini çıkaran bir peygamber. Neden diye soranlara: “ Yağmur damlalarının Allah’la anlaşması benin O’nunla anlaşmamdan daha yeni” diyen bir peygamber. Varlığın her zerresiyle bütünleşmeye açık bir Peygamber. Canlı ve cansız gibi ayrımlara gitmeyen, Allah’tan gelen her şeyi bir sayan ve kendisiyle birleyen bir Peygamber.

Yolda yürürken gördükleri bir köpek leşi karşısında burunlarını tıkayan ve çirkin görüntü karşısında gözlerini saklayan dostlarına, yıldız gibi parlayan dişlerini işaret edip, “ ama dişleri ne kadar da güzel” diyen bir Peygamber.

“Merhamet etmeyene merhamet edilmez” diyen bir peygamber.

“İlim Çin’de bile olsa gidip alınız” diyen bir Peygamber.

“Sizin en hayırlınız, eşine en güzel davrananınızdır” diyen bir Peygamber.

Kurdunuz mu?

Ne kadar güzel bir hayal di mi? Bir de bunun gerçek olduğunu düşünün! Gerçi biz düşünsek de düşünmesek de bu bir gerçek. Dünya böyle bir Peygamber gördü. Dünya sahnesinden yeryüzünün en güzel duvarını tamamlayan bir peygamber geçti. Geçti ama etkisi geçmedi. Gitti ama çarpan etkisi dinmedi. Hala aramızda ve bize hakikatin şarkısını söylemeye devam ediyor. Bize zarafetin türküsünü dinletiyor hala. Bizi bir olana, birlik olana çağırmaya devam ediyor.

Kurduğumuz hayal bağlamında, Einstein’e izafe edilen söz ve onun arkasındaki anlayışı kozmolojik idrakimize giydirebilir miyiz siz karar verin. Ben karışmayacağım. Fakat kolay gözükmüyor bilginiz olsun.

Taşlar yerine oturmazsa bir tavsiye daha. Kur’an-ı Kerim’i okuyun. Sözün gücünden kelimenin namusuna Kur’an sayfaları arasında gezinin. Eminim sonunda karar vereceksinizdir: Hakikat mi yoksa zarafet mi?

Baki selamlar.