Hakikat çürümesi ve insan olarak kalma krizi…

Abone Ol

31 Mart Yerel Seçimleri’nde yaşanan gelişmeler üzerine düşünürken fark ettiğim şey şuydu: “Acaba bir hakikat çürümesiyle mi karşı karşıyayız?”

Evet, bana göre ortada olan şey tam da buydu ve bunun sebepleri üzerine de çok ciddi düşünülmeliydi… Meselenin adını koyduktan sonra kavramı bir de internet arama motorundan taramak istedim. Acaba konuya dair yazılmış bir şeyler bulabilir miyim diye…

En azından yakın bir şeyler bulmayı umarken birebir kullanımına rastladım ve zihinlerimizi berraklaştırmak adına bu araştırmayı yazımın merkezine aldım… ABD merkezli düşünce kuruluşu RAND Corporation tarafından ve Jennifer Kavanagh ile Michael D. Rich’in imzasıyla yayınlanan bu rapor, kavramı ve sebeplerini tespit ediyordu. Tabii ABD toplumunda yaşanan “çürüme” üzerinden… Fakat bizdeki durumu analiz edebilmeye de ciddi bir ilham kaynağıydı aynı zamanda…

Öyle ya nasıl oldu da, kimlerin yorumu gerçeğe galip geldi de sahte olan, hakikatin üzerini örtebildi… Oysa gerçek ya da hakikat neydi? Bir adayın mahkeme kayıtlarına yansıyan vergi kaçırma ve sahte senet skandalı ve bir diğer adayın kendine ait olmayan projeleri çalarak onlar üzerinden vaatlerde bulunması mı ya da ne?  

Var olan hakikat, ciddi sayıda ki oyun çalınması ve sandıkların başına seçim kanuna aykırı olarak birilerinin oturtulması iken bunu görmezden gelip meseleyi, “İktidar sandıkta kaybettiğini YSK’da kazanmak istiyor” olarak göstermek mi? Oysa biri yorum, diğeri hakikat idi; üstelik de hakikati çürümeye uğratan bir yorum…

Ara eklemeden sonra araştırmaya geri dönelim ve bugün yaşadığımız zihinsel bulanıklığı daha da berraklaştıralım isterseniz. “Post-truth”u (hakikat-ötesi) ve “truth decay”ı (hakikat çürümesi), “Gerçek ile yorum arasındaki çizginin bulanıklaşması”na bağlayan araştırma, olguyu meydana getiren dört ana eğilimi ise şu şekilde sıralıyor:

Gerçekler ve verilerin analitik yorumlarına ilişkin artan fikir ayrılıkları,Fikirler ve gerçekler arasındaki bulanıklaşan çizgi,İletişim ortamında fikirlerin ve kişisel deneyimlerin kapsayıcılığının ve etki alanının artması,Gerçeğe dayalı bilgi kaynakları olarak eskiden saygı duyulan kurumlara olan güvenin azalması.

Araştırmada, hakikat çürümesinin daha önce abartıya, dedikoduculuğa ve sansasyonel haberciliğe dayanan “sarı gazetecilik” türüyle 1880’lerde başladığı, radyonun ve “jazz gazeteciliği”nin ortaya çıktığı ve boyalı basının seks ve şiddet hikayelerini sansasyonelleştirdiği 1920’lerle devam ettiği ve Vietnam Savaşı’nın “yeni gazetecilik” anlayışıyla birlikte, yazarların öznel izlenimlerini ve televizyon haberlerinin yaygın kabulünü birincil bilgi kaynağı haline getirdiği 1960’larla da farklı bir boyuta evirildiği ifade ediliyor.

Araştırmada, hakikat çürümesinin etkilerini farkında olarak veya olmayarak derinleştiren ajanlar ise akademi dünyası, araştırma kuruluşları, medya, yabancı ve iç siyasal aktörler olarak ifade edilirken, hakikat çürümesine sebep olan dört ana dinamik de şöyle sıralanıyor:

İnsandaki bilişsel önyargılar gibi bilgi işleme süreçlerinin karakteristik özellikleri,Yirmi dört saat haber yayınındaki artış, sosyal medyada yanlış ve yanıltıcı veya önyargılı bilginin yayılması gibi enformasyon sisteminde yaşanan değişimler,Eğitim sisteminin, enformasyon sistemindeki değişikliklere ayak uydurma kabiliyetine meydan okuyan talepleri,Siyaset, toplum ve ekonomi alanlarındaki kutuplaşma.

Elbette toplumumuzu birebir tarif edemese de modern çağın iletişim enstrümanlarına ortak bir zeminde maruz kalmanın destekleyeceği bir zeminden bakıldığında bu raporun şu tespitleri de çok ilginç hale geliyor: Hakikat çürümesi sivil ve siyasal kurumlar ile toplumsal ve demokratik temeller üzerinde ciddi ölçüde hasar meydana getirir ve bunlar da dört ana başlıkta ortaya çıkar:

Sivil dildeki aşınma,Federal ve eyalet düzeyinde siyasal bir felç durumunun yaşanması,Siyasal ve sivil hayattan bireysel kopuş ve ulusal siyasette belirsizlik…

Sonuç olarak: “Hakikat çürümesi” vatandaşlar arasında bir güvensizlik kısır döngüsüne sebep oluyor ve bu durum onları bilgi kaynaklarını daraltmaya, aynı fikirde oldukları etrafında kümelenmeye sevk ediyor. Esas meseleler hakkında anlamlı tartışmalardan kaçınmalarına, yerel ve ulusal siyaset tartışmalarına karşı yabancılaştırılmış hissetmelerine sebep oluyor.

Ayrıca “ortak gerçeklik” temellerinden yoksun tartışmaların siyaseti bir tür “işlevsizliğe” sürüklediği ve bunun yönetişimde ertelenen kararlara, ötelenen ekonomik yatırımlara ve azalan diplomatik güvenirliğe neden olabileceği belirtiliyor.

Sabrınıza ihtiyaç duyan ve ileride üzerine çokça şeyin yazılacağına inandığım ve yine ciddi bir bulanıklığı berraklaştırmak arzusunda olan bu satırları kısmak için çok uğraştım fakat bu kadarını başarabildim… Zira zihinler berraklaşamaz ise ardından gelecek olan tehlike daha da büyük olacak: Bir seçimden öte ve “insan olarak kalabilme krizi” kadar ciddi üstelik…

Peki, bu aşamada hakikati çürümekten kurtaracak olan şey nedir? Bu sorunun cevabı da şu: Hükümetlerin şeffaflığı artırması, siyasal ve sivil dilde nesnel gerçekliklere daha fazla değer atfedilmesi ve manipüle edici yorumların da değersizleştirilmesi…