Bütün şiirlerin bir hikâyesi olduğu gibi Sezai Karakoç ağabeyin,
”Ping-pong Masası ” şiirinin de bir hikâyesi vardır.
Ben bu ve diğer şiirlerini, hikâyesi ile birlikte her okuduğumda, şiirin hikâyesini Türkiye ile özdeşleştirerek okurum.
Çünkü Sezai Karakoç bir Medeniyetin şairidir.
1-Dünya savaşından sonra, dağılmış, İslam coğrafyasını kaybetmiş ve parçalanmış medeniyetimizin geride kalan toprakları üzerinde, Anadolu da, Batıya (müttefik kafir devletlerine) verilen tavizler neticesinde kurulan Türkiye, yaşadığı tarihi travma içinde, zamanla ”muasır medeniyet” olarak telakisine simule edilen Batıya sevdalanmıştır.
Batı, Türkiye’nin İslam coğrafyasının kalbi olduğunu çok iyi bilmektedir ve kendisine olan bu sevdasını tıpkı bir ping-pong masası gibi ustalıkla uzun yıllar kullandı.
Türkiye, bir kez olsun Batı’nın gözüne girebilmek için her ping-pong masasının başına geçişinde, kendisine Batı işveli bir göz atınca, kendisini unutmuştur.
”Muasır medeniyet”, Türkiye’yi, ”Leyla”ya mecnun kılan bir aşktı.
”Ha ‘Türkiye’, ha ping-pong masası
Ha ping-pong masası ha boş tüfek
Bir el işareti eyvallah ve tak tak
Gözlerin ne kadar güzel ne kadar iyi
Ne kadar güzel ne kadar sıcak
Tak tak tak tak tak tak tak…“
Ping-pong masası varla yok arası…”
Mecnunluğumuzun derinleşmesiyle eski Batı (AB) ile yeni Batı (ABD) arasında bizi, ping-pong topu gibi dolaştırmaya başladılar.
80 yıllık duygusal hikâyemizin ve medeniyetimizin özetini Sezai Ağabey’in şiirlerinde bulmak mümkündür.
Ve bir gün, ”Batı’ya oğullarını kaptırıp acısına dayanamayarak ölen Doğulu babanın” 7. oğlu;
”Büyümüştü baka baka ağaçlara
Baharın yazın güzün kışın sırrına ermişti ağaçlarda
Bir alinyazısı gibiydi kuruyan yapraklar onda
Bir de o talihini denemek istedi
Bir şafak vakti Batıya erdi.
En büyük Batı kentinin en büyük meydanında
Durdu ve tanrıya yakardı önce
Kendisini değistiremesinler diye
Sonra ansızın ona bir ilham geldi…”
Ve ansızın ”ONE MINUTE” dedi…
Meğersem ”Leyla” zannettiği, ”Leyla” kılığına bürünmüş bir ifritti.
Batı cadısının büyüsü bozulmuş, ping-pong masası kırılmıştı…
Şimdi hem bir kurtuluş sevincini, hem de bir aldanış hüznünü, hayal kırıklıklarıyla geçmiş boş ve uzun yılların acısıyla birlikte yaşıyoruz…
Ama kesin olarak kani olduğumuz bir şey var ki, uzun yıllar bizim peşinden ”Leyla” diye koştuğumuz batı denilen cadının bir ifriti imiş…
”Leylâ diyorsam kesik yanaklarıyla Leylâ
Üç köşeli dünyasıyla
Okuyla yayıyla yaylasıyla acımasıyla
Leylâ diyorsam şu bizim gerçek Leylâ
Biz seni işte böyle seviyoruz Leylâ …” Vesselam…