İnsanı insan yapan nice özellikler vardır ki, onların en belirginlerinden biri de tevâzûdur. Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur: “Rahmân’ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara lâf attığında (incitmeksizin) “Selâm!” derler (geçerler).” (25 Furkan 63) Yine Cenab-ı Hakk Kur’an-ı Kerim’de, Peygamberimizin şahsında, mü’minlere karşı tevazû sahibi olmamızı emrediyor: “Mü’minlerden sana tâbî olanlara (tevâzû) kanadını indir!” (26 Şuara 215) İşte bu güzel özelliğinden dolayıdır ki Âlemler Sultanı mü’minlere karşı gâyet yumuşak ve şefkatli davranmışlar, insanların her çeşidi O’na geldikleri zaman bu sevgi, şefkat ve tevazuundan dolayı O’na kolayca ısınıvermişlerdir. Bununla birlikte îman etmişler ve Allah’ın Rasûl’ünden ayrılmaz olmuşlardır. Bu gerçeği yukarıda da geçtiği üzere Rabbimiz âyetinde şöyle haber verir: “Şâyet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi.” (3 Âl-i İmran 159)
Efendimiz (asm) tevazu sahibiydi
İşte bunun bir belgesi olan şu hâdise çok önemlidir: Ebû Rifâa Temim b. Üseyd (r.a.) demiştir ki; hutbe irâd ederken Rasûl-i Ekrem’in yanına kadar geldim de: “Ey Allah’ın Rasûlü, ben dininden sormak için gelen garip bir adamım. Dinin neden ibaret olduğunu hakkıyla bilemiyorum, dedim. Bunun üzerine Rasûlullah bana doğru döndü ve hutbeyi yarıda bıraktı da, tâ yanıma kadar geldi. Kendisine bir kürsü getirildi, üzerine oturdu ve bana, Allah’ın kendisine öğrettiği şeylerden öğretmeye koyuldu. Daha sonra hutbesini okumaya vardı ve sonuna kadar tamamladı.” (Müslim, cum’a 60; Nesâî, zînet 122) O, çocuklara bile çok şefkatliydi. Onlara uğrar, selâm verir, onlarla hasbihal eder, onların hal ve hatırlarını sorar, dertleri varsa ilgilenirdi. Enes (r.a.)’ın bizzat yaparak gösterdikleri şu hâdise bunun ispatıdır: Enes (r.a.) hazretlerinin yolu çocukların yanına uğradı. Onlara selâm verdi ve: “Peygamber (s.a.v.) de böyle yapardı, dedi.”(Buharî, isti’zan 14; selâm 14) Yine Hz. Enes’in söylediği şu söz de O’nun tevazuunu ortaya koyar: “Hakîkat Medîne câriyelerinden (küçük kız çocuklarından) biri; Peygamber’in (s.a.v.) elini tutar da kendisini dilediği tarafa götürürdü.” (İbn Mâce, zühd 16) Fetih Sûresi’nde, Cenab-ı Hakk’ın gerçek mü’minlerin birbirlerine karşı şefkatli, kâfirlere ise şiddetli olduğunu haber verir: “Onlar kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler.” (48 Feth 29)
Mü’mine şefkat Allah katındaki dereceyi artırır
Buna binâen mü’minin mü’mine Allah rızası için göstereceği şefkat, merhamet, tevazû onun Allah katındaki derecesini artıracaktır. Bu konuda bir hadis-i şerifte Kâinatın Efendisi Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyururlar: “Allah için tevazû gösteren bir ferdi Allah, mutlaka yükseltir.” (Müslim, birr 69; Tirmizî, birr 82) Büyüklerimiz ne güzel örnek olmuşlar bizlere. Onların bir hali vardır ki zikredilmeye ve tatbik edilmeye değer. Şöyle ki;
Kendilerinden bir büyük gördükleri zaman; “O benden önce dünyaya gelmiştir. Dolayısıyla onun sevabı benden çoktur. Çünkü o daha çok ibadet yapmıştır; Kendilerinden bir küçük gördükleri zaman da; “o benden sonra dünyaya gelmiştir. Dolayısıyla onun günahı benim günahımdan azdır,” diye düşünür ve buna göre hürmet ya da sevgi gösterirlerdi.
“Müslüman, birbirine karşı iyi zan besleyen kimsedir”
Ne güzel değil mi? İşte İslâm Ahlâkı! Böyle bir toplum düşünün sevgili kardeşlerim! Acaba nasıl bir sonuç ortaya çıkar? Müslüman, birbirine karşı iyi zan besleyen kimsedir. Kötü zan yasaklanmıştır. Bu zaten bir hastalıktır. Onun için tevazu gerekir kula. Kişinin kibirden uzak durması gerekir. Tevazûyu emreden ve böbürlenmeyi yasaklayan bir hadis şöyledir: İyâz b. Himâr (r.a.), Rasûlullah (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir: “Hakîkat, Allah sizin tevazû göstermenizi; hiç kimsenin diğerine karşı haksızlık etmemesini, hiçbir ferdin diğerine böbürlenmemesini, (bildirmeyi) bana vahyetti.” (Ebû Davûd, edeb 40)
“Üstünlük ancak takvâ iledir”
Zira hiçbir kimsenin nefsini beğenmeye, onu temize çıkarmaya ve övmeye hakkı yoktur: “Ufak tefek kusurları dışında, büyük günahlardan ve edepsizliklerden kaçınanlara gelince, bil ki Rabbin, affı bol olandır. O, sizi daha topraktan yarattığı zaman ve siz annelerinizin karınlarında bulunduğunuz sırada (bile), sizi en iyi bilendir. Bunun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O, kötülükten sakınanı daha iyi bilir.” (53 Necm 32) İyiliğimizi bilen ve onu mükâfatlandıran ancak Allah’tır(cc). Biz kendimizi övmekten daima kaçınacak ve günahkâr olduğumuzu kabulleneceğiz. Nefsimizi alçaltacak ve mü’min kardeşlerimizi daima kendimizden iyi göreceğiz. Bu, nefsin terbiyesi için de olması gereken bir şarttır. Toplumda her insana îtibar edilmelidir. Çoban bile olsa. Ne çoban ve ne de çobanlık asla küçümsenemez. Evet, üstünlük ancak takvâ iledir. Bu ölçüyü unutmamalıdır. Peygamberimizin tevazûlarını ortaya koyan şu sözleri de çok önemli bir ışık olacaktır bizlere: Ebû Hureyre’den (r.a.), Rasûlullah (s.a.v.)’in şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: “Şâyet paça veya ayak yemeğine dâ’vet olunsaydım icabet ederdim. Eğer bana ayak veya paça hediye olunsa; elbet kabul ederdim.” (Buharî, hibe 2)