Bir tohumsak, toprağa düşmüşsek, filizlenip ağaç olmayı düşünüyorsak, gölgeye ve meyveye ihtiyacı olanlar dört gözle bekliyorsa,
Bir kum tanesiysek Mevlana İdris’in dediği gibi, çölün derdini taşıyorsak, gelip bizden sorulacaksa çölün akıbeti biriktirememişsek henüz cevapları, yağmamışsa beklenen yağmurlar, çekilmişse kuyulardan sular,
Bir yağmur damlasıysak, hayat vermeyi düşlüyorsak toprağa, günler olmuşsa buluttan ayrılalı ama buluşamamışsak diğer damlalarla, susuzluktan telef olmak üzere olan bir cerenin “Nerede kaldın?” sorusuna ne diyeceğimizi bilemiyorsak,
Bir yolcuysak, çok uzun yoldan geliyorsak, zaman zaman kesilmişse yolumuz, kendi yolumuzu kendimiz inşa etmişsek, yanımızda kalmamışsa yola çıkanların çoğu, yaklaştığımızı düşünüyorsak hedefe, son bir gayrete kalmışsa ulaşmak,
Bir tevafukuysak zamanın ve mekânın, “Tam zamanıdır şimdi, ya şimdi ya hiç, bir daha ya görürüz bu mekânı ya da hiçbir zaman.” diyorsak,
Günümüzü gün edemeyiz…
Bulunduğumuz yer gelmek istediğimiz yer değil henüz. Yapılacak çok iş var.
Atacağımız bir adımla üç adımlık yol almak zorunda olduğumuz noktadayız.
Boş veremeyiz, bana ne diyemeyiz, bana mı kaldı diye soramayız. “Nerede kaldınız?” diye soranların umudunu boşa çıkaramayız.
Günün gün edileceği yer değildir burası. Eğer varsa ki var görüyoruz, yanılgı içindedirler, sonları hüsrandır. Farklı amaçlarla aynı yolda yürünmez. Bir yolda yürüyenlerin farklı amaçları olamaz.
Günümüzü gün edemeyiz.
Bizden önce çölün derdini taşıyanlar günümüzü gün edelim deselerdi ne yol kalırdı bugüne ne biz…