Yitip giden her isim ile eksiliyoruz, daha yaşarken…
Eski fotoğraflar konuşuyor; “Her kayıp, bir parçayı da götürüyor gençliğimizden…” Hayattan kareleri barındıran fotoğraf albümleri, ölüm tutanağı oluyor zaman geçtikçe. Albümlerde kalabalık görünen insanları zaman azaltıyor doğal seyri içinde.
Zamanında siyah-beyaz deklanşöre ciddiyetle bakan yüzlerin fotoğraf çekildikten sonra nasıl neşeli bir gürültü ile dağıldıklarını düşünürüm.
Aynı insanların kaçı, aynı kare için bir daha toplanmaya kalksa, yine yan yana gelebilir ki şimdi?
Dünyaya ait en sahici “fotoğraf” ölüm aslında… Ölünün son merasiminde yakaya asılan fotoğraflar siyah-beyaz hep.
Mutluluk ile mutsuzluk üzerine en derin değerlendirmeler fotoğraflarla yapılabilir aslında.
Albümler, mutlu anların koyulduğu bir ‘hapishane’ miydi yoksa? Kendimizi gülerken gördüğümüz fotoğraflara bakarken niye ağlıyoruz ki bir zaman sonra?
Aslında sadece bir ‘mutluluk oyunu’ mu oynuyoruz fotoğraflarda? Güzelliği resimlere sığmayan kadınların yüzleri, bütün fotoğraf makinelerine gülüyor; ama çoğunun kalbi dünyaya kırgın… Nedense hep gülümsemek zorunda hissediyoruz kendimizi… Oysa fotoğraf çekilsek şimdi, gözlerimiz bulutlu çıkar bunca ayrılıktan sonra; tıpkı kenarları sararmış eski albüm yaprakları gibi.
Silinmeye yüz tutmuş resimler çok şey anlatıyor; çocukluk, saflık, aşk, yalnızlık, öfke, hüzün…
Siyah-beyaz fotoğrafları daha samimi bulurum nedense… Gerçek duyguların renge ihtiyacı yoktur. Objektife hesapsız bakılırdı eksiden.
Fotoğraf tam tanımıyla, “zaman” demektir.
“Fotoğraf, anın geçiciliğine karşı, sanatın geliştirmiş olduğu en önemli savunmadır” diyordu bir yazar.
Tuhaf değil mi; hayat akıp gidiyor, yürekler katılaşıyor, bedenler yaşlanıyor, yeminler unutuluyor, inançlar bile sarsılabiliyorken; gerçeği ‘iki boyutlu’ temsil edebilen, dolayısıyla yalandan ibaret olan bir fotoğraf hiç değişmeden kalabiliyordu, sınırsız bir sadakatle…
Anne babanızın, ‘sizden önceki’ hayatlarından kesitlerini gösteren, doğmadığınız, var olmadığınız yılları önünüze getiren siyah-beyaz fotoğraflar, aslında kendi başına bir tarihtir de aynı zamanda…