“Gül açar…
Gülün açması için bir nedene gerek yok…
Çünkü gül açar…
Ne kendin gözetir ne de görülmek arzular…” diyor mısralarında bir Fransız şair… Bir gülün edasındaki anlamın şifrelerini dökerken mısralara, semavi bir mesajı da çabucak bırakıveriyor avuçlarımıza…
Aslında Fransız şair nasipsizliğiyle gülün tezahüründen manalara devşirmeye gayret ede dursun onun ifade etmeye çalıştığı mananın özü İslam tasavvurunun inşa ettiği bizim medeniyetimizde saklı. O kadar saklı ki bir sandukanın içinde ışıl ışıl duran mücevherler gibi keşfedilmeyi bekliyor.
Bizim şark edebiyatımızda gül’ün tezahürüne yazılmış binlerce şiir ve Hz. Peygamber’e (sav) atfedilen yönüyle sayısız mersiyelerimiz var. Her bir mısrasında ayrı bir gönül yolculuğu ve o yolculukta bulunacak sırlar, mazisinden ilham alarak yepyeni bir medeniyet inşa edecek olan bu toprağın yürekli evlatlarını bekliyor.
Şimdi gül üzerine yazılıp çizilmiş eserlerden ilham alarak anlatalım öyleyse derdimizi.
Gülün tezahüründen rayihalar devşirmek için dalında açan tomurcuğa dikkat kesilmek yeter de artar bize.
Zira tefekkür eden bir bakış riyadan, kendini birilerine beğendirme çabasından sıyrılmanın insanda gülden bir duruşun tezahürüne kapı aralayabileceğini görebilir istese…
Gülün yapraklarında saklı incelik bir anda gülün kokusundan öte görüntüsünden bize asırlık dersler çıkarır. Öyle ki modern zamanların megaloman tavırlara müptela insanlarına kıymetli mi kıymetli bir reçete de sunar aynı zamanda.
Bu öyle bir reçete ki gülün sadece bir gül olmak için yapraklarını serpiştirirken derinliklerine kök saldığı topraktan mis rayihalar devşirdiğini ve bu sırada etrafına nasıl da tevazu kanatlarını açtığını görmeyi gerektirir.
O tevazuda, kokusuna ve güzelliğine meftun insanların bir anlık haz için dalından kopardığında “of” bile demeyeceğini, kuruyup buruş buruş hale geldikten sonra bir çöpe atılacak dahi olsa her mevsim vefa tomurcuklarıyla yeniden yeşereceğini bilmek gerekir.
Peki ya güldeki dikenlere ne demeli?..
Dikenler ki gülün güzelliğine bir başka değer katar kıymet yolunda… İncitir, kanatır belki ama insanoğluna her güzele giden yolun zorluklarla dolu olduğunu hatırlatır.
Kimi o dikenleri sevgilinin nazına ya da cevrine benzetse de güle yüz sürmenin bir bedeli olduğuna işarettir her biri…
Gülün dalında asılı duran “Her şeyin bir bedeli var” cümlesine harf olmuştur o dikenler…
Gülün bir de aşkına bir türlü karşılık vermediği bülbülü vardır sonra… Yanık nağmelerine kulak asmadığı o haykırdıkça daha da sessizliğe gömüldüğü ve böylece maşukunun yüreğindeki en ücra, en derin noktalara kadar döktüğü sevgi ıtırları vardır.
Bülbülü aşk derdine düşüren, gönül teline mızrabını dokundurdukça söyleten ve muhabbetinden nefessiz bırakıp çatlatan da O’dur.
“Gül alırlar gül satarlar
Gülden terazi tutarlar
Gülü gül ile yıkarlar
Dünü günü güldür gül”
mısralarında olduğu gibi bütün bir hayatına girse insanın O gül, kâinat başka bir anlam kazanmaz mı?
Gözlerinde ve yüreğinde kuracağı saraylarda gül kokulu bir hayat yaşamaz mı insan?..
Cevap “Evet” ise yüreğimizdeki temenniyle bitirelim o zaman:
“Gül düşsün ömrünüze emi…”