Gücün güvenliği prensibi

Abone Ol

Uluslararası ilişkiler açısından gücün birçok tanımı bulunmaktadır. Gücün değişken ve çok katmanlı bir yapıya sahip olması bu durumu tetiklemektedir. Buna rağmen uluslararası politikanın temel belirleyici aracı olarak yüksek bir siyasi etkiye sahip gücün, İkinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrası olmak üzere anlamında ciddi bir kırılma ortaya çıkmıştır. Savaş öncesi zamanlarda kıymetli enerji kaynaklarının ve stratejik mevkilerin işgal edilmesi veya doğrudan yönetilmesi söz konusuyken, savaş sonrasında “kaynakların, düşünce ve eylemlerin” kontrolünü ele geçirmektercih edilir olmuştur. Fark edileceği üzere, yeni dönemde gücü belirleyen ana unsur kontroldür.

Soğuk Savaş Dönemi ile birlikte bu kontrol mekanizması, kitle iletişim araçları üzerinden hızlı bir gelişme göstermiştir. Böylece kitlenin yönetimi ve kontrolü, devletlerarası mücadelede önem kazanmaya başlamıştır. Bilgi teknolojileri ile bu süreç zirveye taşınmıştır. Küreselleşmenin uluslararası ilişkilere akseden yönü ele alındığında askeri ve ekonomik gücün yanında kontrol ve etkinin de özenle dikkate alınması gereken önemli bir konu olduğu fark edilmiştir. Zira bu durum küresel güçlere bir taraftan hâkimiyet kazandırırken, diğer taraftan dış politika kararlarına meşruiyet yolunu açmıştır.

O halde küresel egemen güçler “kaynakları, düşünce ve eylemleri” kontrol ederek sahip oldukları gücün güvenliğini sağlamaktadırlar. Nitekim insanlar kendilerini kuşatan ve çevreleyen dünya hakkında bir karar verirken daha çok kendisine sunulan bilgi menüsünü kullanırlar. Ayrıca beklentilerini de bu menüye göre biçimlendirirler. Bu sayede, ortaya çıkan herhangi bir olay karşısında şaşkınlığa uğramazlar. Ya “bilinçli” olarak kabul eder ve rıza gösterir, ya da “bilinçli” olarak içten reddeder ama caydırıcı bilgiyi öğrenmiş olduğundan dışsal bir tepki göstermezler. Aslında her ikisinde de bilinç söz konusu değildir. Ancak bilgi menüsünden edinmiş olduğu güdümlü ve işlenmiş bilgiyle, yine bu menüden öngördüğü beklentinin kodu birbiriyle örtüşmektedir. Fakat burada gururlandırıcı bir durum da söz konusudur. Zira sağlanan bilgi-beklenti endeksi, onun ne kadar bilgili ve öngörülü olduğunu doğrulamıştır.

Zihnin bilgi menüsü yoluyla kontrolü, egemen devlete, uluslararası siyasal ve ekonomik ilişkilerin yürütülmesi hususundaki norm ve kurumlara tek başına hükmetme fırsatı sunmaktadır. Diğer bir ifadeyle o, küresel bir sistemi yönetmek için oyunlar kurarken diğerleri onu ya taklit etmekte ya da oyunu anlamaya çalışmaktadır. Anlaşılacağı üzere burada önemli olan, bilgi üretimine ve zihinlere hükmetmektir. Sosyal sermayenin kontrolü de böylelikle kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Son tahlilde gücün güvenliğini sağlama adına oluşturulan zihni asimilasyon; evrensel düzeyde homojen, tekdüze ve dogmatik (tuhaf ama gerçek) bir düşünce yapısını beslemektedir. Hal böyle olunca kayda değer ciddi bir dengeleyici güç meydana gelememektedir.

Enerji güvenliği, ekonomi güvenliği ve sosyal sermayenin toplamı, gücün güvenliğini oluşturan başlıca faktörlerdir. Bu nedenle gücün güvenliği için evrensel olarak uzlaşılmış ahlak ilkeleri inşa etmek, önem arz etmektedir. Böyle bir yapı doğal olarak küresel bir kontrol hattının meydana gelmesine yol açmaktadır. Görünmez savaş olarak da nitelendirilebilecek bu durum, kuşkusuz ulusal aidiyetlerden ziyade, küresel aidiyetleri ön plana çıkararak, gücün güvenliği amacıyla bilinçaltı evrensel bir ittifak sisteminin kurulmasına altyapı hazırlamaktadır. İşte esas aşılması gereken kriz budur.