Sayfamızı takip edenler süper denilen kahramanlar ile aramın iyi olmadığını bilirler. Hele bu adamların arkasında Hollywood olunca insan ister istemez kıllanıyor. Batman, Superman, Spiderman, Hulk, Deadpool, Black Widow vs… Bir de KAPTAN AMERİKA var sahi.
Batman’in ve Superman’in karşı karşıya gelmesinin neticesi de elbette ‘Büyük Amerika’nın büyüklüğünü devam ettireceğinin izlerini taşımalıydı.
Amerika’nın gelecekte karşı karşıya kalması muhtemel olduğu her tehlikeyi önlemek gibi bir misyonu var. Bu görevi onlara kim verdi bilmiyorum ama bütün Amerikan filmlerinin bize öğrettiği en temel bilgi bu aslında. Eğer bir halk kendini düşmanlara karşı koruyamıyorsa Amerika’nın onlara ihraç ettiği bir kahraman da bu işi layıkıyla yerine getirebilir. Bknz.: Avatar!
Tabii bir filmi izlerken bütün bunları hissettiğinizde filmin teknik özelliklerinin neredeyse hiç bir anlamı kalmıyor. Sinemaya bakışımızın ve hissetmemiz gerekenlerin de bunlar olmadığına can-ı gönülden inanıyorum. Bir film benim içimde insanlığa dair iyi ve güzel bir şeyler oluşturmuyorsa o film için güzel demeye dilim varmıyor. Batman v Superman filminin de teknik anlamda “kusursuz” olduğunu söyleyebiliriz. Tabi filmin senaryosuyla alakalı kafamızda bazı soru işaretleri de yok değil. Mesela sevgilisinin başı belaya girdiğinde anında orada olabilen Superman her ne hikmetse annesinin başı belaya girdiğinde bunu hissedemiyor.
Biliyorsunuz Superman Amerika’ya başka bir gezegenden göç ediyor. “Farklı etnik kökenlerden gelen göçmenlerin koruyup kolladıkları gibi Amerikan kültürünün dilini, sanatını, ekonomi-politiğini ve maneviyatını” korumaya adamış bir göçmen… Göçmen deyince aklıma geldi; filmin bir sahnesinde Superman’in başına gelenlere ağlayan sızlayan siyahisi, bembeyazı (appacık deriz biz köyde), Çinlisi, Japon’u ve bilumum ırktan oluşan bir halk güruhunun yüzleri gösteriliyor. Verilen mesaj elbette net bir şekilde belli. Hangi ırktan olursanız olun Amerika’nın başına gelecek bir felaket sizin de başınıza gelmiş gibi hissetmelisiniz.
Mevzu Hollywood olunca elbette başvuru kaynağımız Alev Alatlı oluyor. Tabii hemen açıp baktım Alev ablanın mevzu ile ilgili notlarına.
Gary Engle diye birinin yazdığı ‘Superman at Fifty’ kitaptan alıntı yapıyor. Kitaptaki soru şu: “John Wayne mi, Superman mi?”
“Gençliğimde epeyce düşünmüşlüğüm vardır, John Wayne ile Superman dövüşseler hangisi kazanır diye. Kovboy şapkamı takıp tabancalarımı kuşandığımda, Duke’ün (John Wayne’in lakabı) kazanacağını bilirdim çünkü çok-önemli swagger (kasıla kasıla yürüme) işinde mutlak surette üstündü. Lakin, eski bir asker battaniyesini pelerin gibi boynumun arkasından sarkıttığım günlerde de diğerinin kudretinin sonsuz olabileceğine inanmak ihtiyacım depreşirdi. Böyle durumlarda, Superman’in Duke’ü kozmik bir kementle devireceği düşüncesi hakim olurdu. Çocukluğumun bu en büyük sorunu asla çözülemedi, çünkü böyle bir kavganın gerçekleşmesi mümkün değildi. Demek istediğim, hiçbir zaman kavga başlatan taraf olmayan, sadece kendi haklarını ve Amerikan yaşam biçimini (Americanway) savunmak için kavgaya giren iki Amerikalıyı dövüştürebilecek bir neden nereden bulunabilirdi ki?”
Nasıl soru ama? Batman v Superman filmini izlemeden önce nasıl bir film beklediğim sorusuna tam da bu cevabı verdim. “Amerika’yı öven, yücelten ve kötülüğün karşısındaki yegane güç olarak gösterecek bir film” bekliyordum elbette.
Ama şunu unutmayın: Güç masum değildir!
TAM 1 YIL OLMUŞ
Esenler Belediyesi Sanat Evi’ndeki görevimden ayrıldığım günlerdi. Diriliş Postası, Hakan Albayrak yönetiminde yola yeni çıkmıştı. Yıllardır gece gündüz emek verdiğimiz Sinefesto’da sinema yazıları yazıyorduk zaten. Sonra Muhammet Erkam Bülbül (Fatih Mutlu kısaltmasıyla M.E.B. J) ile oturduk ve Diriliş Postası’nda yazma meselesini istişare ettik. Böyle bir ekibin içerisinde bulunmak bizi heyecanlandırmıştı. İlk görüşmemizi Orhan abi ile yaptık, sonrasında bize “Fatih Mutlu var, bizim kültür-sanat sayfalarımız onun emrinde, siz de onunla görüşün” dedi. Tabii biz bunun ne anlama geldiğini o vakitlerde bilmiyorduk. Fatih abi geçen bir yıl içerisinde bizim dinamomuz oldu desem yeridir. Hatta gazeteye mi yoksa Fatih abiye mi yazıyorsun diye sorsanız arada kalabilirim. Bunlar övgü değil, hakikat. Ben sinema yazılarımı mümkün mertebe teknik olandan uzaklaştırmayı, hayatın içerisine bakan yönlerini yazmayı daha çok seviyorum. Ama bugüne kadar Fatih Mutlu yazılarını her okuduğumda hem teknik hem de hayat dolu yönlerinden çok fazla ders aldım. Bu satırları yayınlamayacaktı ama tehdit ettim. Eğer okuyabiliyorsanız muhtemelen tehdidim işe yaramıştır.
Geçen bir yıl içerisinde gazetemizden başta Hakan abi olmak üzere birçok isim ayrıldı. Üzüldük elbette. Ama nihayetinde Diriliş Postası bir dile ve duruşa sahip bir gazete. Nasipse demekten gocunmayan, yazılarını ‘inşaallah’ diye bitiren yazarların olduğu bir gazetede bulunmaya devam edeceğiz. İnşaallah.