İnsanlar başka başka kâri. Ve hatta bambaşka bazıları. Aynı anadan doğanlar bile birbirinin aynı değil. Tutmuyor birbirini, benziyor ama aynı olamıyor. Ve bence toplumlar da böyle. Çok başkalar, biri için çok hayati olan diğeri için bir mana ifade etmiyor. O yüzden bir milletin bir diğerine benzemeye çalışması eğreti duruyor ve bu gömlek o bedene olmuyor. O kadar yabancı, o kadar noksan yani. Ve işte bizim de bir asırdan fazladır yaptığımız bu aslında; başkasının üzerine biçilmiş bir gömleği ısrarla kendi üzerimize giymeye çalışıyoruz ve olmadığını gördükçe de gömleği çıkarmayı değil de kendi bedenimizi kesmeyi, kırmayı seçiyoruz. Böyle bir yöntem buluyoruz. Gerekirse kolumuzdan vazgeçiyoruz da gömlekten vazgeçmiyoruz. Şapka takılacak diye başlar uçuruyoruz mesela. Daha somut mu söylemeliyim bunları? Sanırım öyle. O zaman şunları demeliyim; batının biçtiği bu gömlek bizim bedenimize uymadı kardeşim. Uysun diye, olsun diye çok şeyi feda ettik. Ama olmadı. Zira onlar bizden başkaydı, başka türlü yaşıyorlar, başka türlü bakıyorlar, başka türlü görüyorlar ve başka türlü inanıyorlardı. Ve sorun aslında onlarda da değildi. Zira kendi itikatlarınca yaşıyordu bu adamlar. Esas sorun bizdeydi, sorgusuz ve sualsiz her neleri varsa kabul etmeye çalışan, onlardan olamayan ama onlar olmadan da olamayacağını zanneden bizlerdeydi. Ve biz kazandık zannettiğimizde kaybettik bu oyunu.
Yani tam da bu minvalde şunu söylemeliyim; her insanın nasıl ki bir karakteri, bir kişiliği ve bir şahsiyeti varsa bence milletlerin de aynı şekilde başka başka şahsiyetleri vardır. Ve birbirlerine benziyorlar desek ve öyle zannetsek de öyle değildir hiç biri. Ve bir de şu var ki millet derken etnik bir kimlikten bahsetmiyorum sadece. Dinin, imanın ve inancın etrafında şekillenmiş bir karakter benim zihnimde millet denen kavram.
Mesela bizler, inanmadan yaşayamayız kâri. Hissetmeden yaşamayız bizler. Şimdilerde çok da fazla fark edemesek de ve söylemesek de her zaman bizi ayakta tutan da asırlardır bu topraklara tutunduran da maneviyatımızdır. Biz çökersek maneviyatımız yittiğinden olur bu. Yıllardır bütün sıkıntılarımızı psikolojik yöntemlerle çözeceklerini, tamamen dinin dışında bir yolla ruhi marazlarımızı halledeceklerini zannettiler. Öyle değil kardeşim ve öyle de olmadı. Ve zaten bu psikolojik problemler bizim problemimiz de değildi. Zira derdi kimden bilirse devayı da onda arıyor insan. Oysa bizim itikadımızca derdi de devayı da veren Allah’tır. Sağlam bir inancı olan insan, umutsuzluğa düşmez bence, depresyona girmez, zira yalnız olmadığını, başıboş bırakılmadığını bilir. Yani ruhi bir tedavi yapılacaksa, inancın tamamen dışarıda bırakıldığı bir şekilde yapılamaz bu. En azından bize yapılamaz. Tutmaz, olmaz. Yani insanın dua etttiğinde içine dolan ferahlığı hangi anti depresan verebilir? Hangi “psikolojik danışman” secdeye baş konduğunda hissedilen huzuru hissettirebilir? Elbette hiçbiri. Zira ruhi sıkıntıların temelinde de bence itikadi noksanlıklar var ve işte bunun için zaten bu gömlek bizim bedenimize uymuyor.
…
Sözün burasında yeri gelmişken -ki bile isteye getirdim sözü buraya- şunu da söylemeliyim. Birkaç zamandır Gençlik Spor Bakanlığı bünyesinde KYK davetlisi olarak gençlerle buluşuyoruz. Muhabbet güzel oluyor elbette, yeni yeni insanlara ulaşıyoruz da esas benim duymanız istediğim ve söylemeyi arzu ettiğim bir başka şey; manevi rehber… Bu tabiri daha evvel duymuş olan ya da ne olduğunu bilenler elbette vardır. Benim cehaletim olacak, ben ilk defa duydum. Benim gibi ilk kez duyanlar için tam olarak ne olduğunu söyleyeyim; GSB, KYK yurtlarında bir kadro açmış. Diyanet görevlileri, ilahiyat mezunları ve manevi anlamda gençleri destekleyebilecek kişiler, manevi rehber ismi altında istihdam ediliyorlar. Ve genç kardeşlerimizin gönüllerini terbiyeye çalışıyorlar. O kadar sevindim ve o denli yerinde buldum ki bunu. Zira en büyük noksanımız buydu. Her türlü desteği veriyorduk lakin gençlerin maneviyatlarında açılan yaraları tedavi edecek bir çalışma yoktu. Ya da ben bilmiyordum.
Kim düşündüyse hem teşekkür etmek hem de tebrik etmek lazım. İnşallah zihnimde canlandırdığım şekilde, bir dergâhta gönül terbiyesi için kurulan halkalara benzer. Öyle olursa şayet pek çok derde deva olacaktır. Zira bizi ayakta tutan maneviyattır ve yeniden bir yol bulunacaksa onu arayacağımız yer de orasıdır…