Çocuklarımıza Kavimler Göçü’nün nedenleri ve sonuçlarını öğretmeye devam ediyoruz ama kendi göçümüzden haberimiz yok. Son yirmi yılda yaşanan göçün tam olarak adı kavimler göçüdür.
Hazar ve Aral Gölü arasındaki Hunlar’a katılımların olmasıyla çoğalan nüfus ve kabileler arasındaki mücadeleler sonucu 300’lü yıllarda başlayan göç, İdil (Volga) ırmağının batısına gelen Hunların önlerine gelen kavimleri yurtlarından çıkartarak Avrupa’ya doğru dalgalar halinde ilerlemeleri ve kendilerine yeni yaşam alanları bulmak istemelerinden kaynaklanmıştı.
Bugünler için de pek çok işaret taşıyan bu niteliksiz insan hareketi, tarihte emsalsiz değişimlere neden olmuştur. Kabaca beş yüz yıl süren bu göç dalgasında Avrupa’ya yerleşen kavimler, dönemin en büyük devleti olan Roma’nın bölünmesine ve Batı Roma İmparatorluğu resmen sona ermesine neden oldu.
Bu yıkım sonucunda Hun saldırılarından kaçan kavimlerin de etkisiyle Avrupa’da siyasi dengeler bozuldu ve yüz yıl sürecek iç savaşlar, kargaşalar başladı. Avrupa’daki bu otorite boşluğundan yararlanan papalık, tüm Ortaçağ boyunca siyasal gücü elinde tutmayı ve kavimleri Hıristiyanlaştırmayı başarabildi.
Bu güvensiz ve istikrarsız koşullarda Avrupa’daki merkezi krallıkların zayıflaması, göç ve istilanın önünden kaçanların sığınmak üzere asillerin topraklarına ve şatolarına yerleşme ihtiyacı yüzünden derebeylik rejimleri ortaya çıkmaya başladı.
Avrupa’nın bugünkü etnik oluşumu, Hunlar’ın başlattığı Kavimler Göçü sonunda şekillenmiştir. Bugün Avrupa’da varlık gösteren büyük ülkeler bu göç hareketi sonucu şekillenen dünyada ortaya çıkmıştır. Avrupa, bu tecrübe üzerine, büyük nüfus hareketlerinin aleyhte nasıl sonuçlar doğuracağını çok iyi bilmektedir. Haçlı savaşları, veba salgınları ve dünya savaşları sonucunda büyük bir maliyet ortaya çıkmıştır. Son iki yüz yıldır anladık ki savaşların ve göçün maliyetini unutmayan Avrupa’nın önceliği, savaşı dışarıda tutmak ve niteliksiz göçü engellemektir.
Ama, özellikle son yirmi yılda kendilerinin yol açtığı ve farkında olmadan başlattıkları kavimler göçü doğrudan Avrupa’yı hedef almaktadır. Asya’dan ve Ortadoğu’dan meşru ya da kaçak yollardan Avrupa’ya her gün onlarca insan girmekte, yüzlerce mülteci sığınma istemektedir. Bugün yaklaşık 70 milyon insan evinden ayrı bir şekilde sığınma ihtiyacı içerisinde ve her yıl yeni bir 5 milyon mülteci sorunu ile karşı karşıyalar.
Rüzgar eken fırtına biçer. Beyaz adam demokrasi getirmek üzere çıktığı yolda yüzbinlerce insan öldürdü, milyonlarcasını da evinden etti. İsteseler de istemeseler de önümüzdeki 50 yıl sonunda dünyayı ciddi biçimde tehdit edecek bir oran söz konusu olacak. Bunu bir felaket olarak da görmemek gerekir belki ama içinden geçtiğimiz vandallaşma süreci tıpkı yüzlerce yıl önce yaşandığı gibi kaos ve kargaşayı haber veriyor.
Avrupa şehirlerinde ayrımcılığa ve şiddete maruz kalan yüzbinler, bundan sonra Avrupa’nın en büyük tehdididir. Bütün ülkelerin vicdan muhasebesiyle anlamaktan kaçtıkları bu sorun yakın gelecekte pek çok vicdana mal olacaktır. Diasporada istihbari yatırımlara meraklı devletlerin arayıp da bulamayacağı bu koşullar, düzenli ordulardan daha stratejik öneme sahiptir.
Bu saatten sonra yeni bir dünya savaşı bu kaostan çıkacağı gibi, Asya ve Ortadoğu’nun huzuru da Avrupalı şehirlerin huzurundan geçecektir. Bunun emarelerini son beş yılda fazlaca görmeye başladık. Artık kimse İngiltere’de patlayan bombaların sadece fanatikler meselesi olduğunu söyleyemez. Savaş, kavimler göçünün doğurduğu koşullarda, mülteciler üzerinden ve mülteciler kullanılarak yapılan bir kurgudur artık…