“Göç idaresi”, Uygurlar ve Kuzey Kafkasyalılar’ın vatandaşlığı meselesi (2)

Abone Ol

Türkiye’deki Uygur ve Kafkasyalı göçmenlerden bahsediyorduk. Misafirimiz olan ve bize emanet bu insanların kullandıkları WhatsApp, Wechat, Facebook gibi sosyal medya araçlar da yoğun bir denetim altında. Bu insanların haberleşme özgürlüğü kısıtlanmakla kalmıyor, sıradan yazışmalar bile bir kişinin suçlanması için yeterli görülüyor.

Özellikle ikamet izinleri konusunda yeni bir politika geliştirilemezse bu insanların geri çağrılmaları karşısında onları tamamen savunmasız ve yalnız bırakmış olacağız.

Bu arada bu konuda bu haftaya damga vuran gelişmelerden birisi; 18’i kadın ve çocuk 21 Uygur’un ikamet izinleri olmasına rağmen sınır dışı edilmesi yönünde verilen karar. Buna gençlerin jargonuyla insanın “yok artık” diyesi geliyor. Neden mi dediniz? Kendi verdiğimiz ikamet iznini inkârın ötesinde, tarih ve coğrafyayı da inkâr anlamını taşıyor bu karar da, ondan. Çünkü, Asya’da Müslüman halkların yaşadığı coğrafya önemli bir bölümü Türkiye’nin doğu sınırlarından başlayarak Çinin iç kesimlerine ve Rusya’nın en Kuzeyine kadar dayanıyor.

Bu insanların güvenlik ve huzur içinde kendi kültürlerini saygı görerek yaşayabilmeleri onların en doğal insani hakları. Bunu dile getirmek ve konuya dikkat çekmek görevi de bize düşüyor.

Hayatı boyunca silah ve şiddetten uzak durmuş insanları bile rejimi koruma adına, gizli biri psikolojik baskı ile asimile etmeye çalışmak, her tür insan hakları belgesinin inkârı anlamına geliyor. Bizler bu durum tespitini yaptıktan sonra iç çekerek “ne kadar da sıkıntı çekiyorlarmış” diyerek kenara çekilmek veya sudan bahaneler bularak kendimizi mazur göstermeyi seçebiliriz. Veya bu insanların dünyanın her köşesindeki insanlar kadar haklarının olduğunu ve bu haklarını işletilmediğini dünyaya duyurmalıyız.

Türkiye bir yandan yabancı uyruklu öğrencileri ülkeye davet ederken Diğer yandan da yabancı öğrenciler ve genel olarak da tüm göçmenlere yönelik politikasını İngiltere ve ABD’nin bu konuda izlediği politikaları izleyerek geliştirmek durumundadır. Özellikle yükseköğrenim kurumunda denklik belgelerinin bazen neredeyse birkaç yılı bulan bir süreçle bürokrasiye boğulması yabancı uyruklu öğrencilerin bir yandan mağdur olmasına diğer yandan da başka ülkelere yönelmesine yol açıyor. Buna bir de yıllık ikamet izinlerinin yapılma süreçlerindeki sıkıntılar ve yabancı bir ülkede dar burs imkanları ile okumanın ve en önemlisi aileden uzak bir ortamda bulunmanın zorlukları da eklendiğinde Türkiye’nin rekabet ettiği diğer ülkelere göre cazibesi azalıyor ve bu durum kalburüstü öğrencinin batıdaki ülkeleri tercih etmesine yol açıyor.

Diğer yandan, Rusya ve Çin’den gelen başarılı işadamları ise bu coğrafyanın insanlarının nefes aldıkları ve dünyayı tanıdıkları bir kanal açmış oluyorlar. Bu kanalların da siyasi baskılarla kapatılması, işadamlarına vize ve seyahat engelleri çıkarılması, yatırım ve girişim haklarının ve özel mülkiyet haklarının hiçe sayılması baskının diğer bir çeşidi. Ülkemizde son dönemlerde Uygur Özerk bölgesinden gelen işadamlarının Çin hükümeti tarafından baskı altın alınarak böylesi sıkıntılarla yüz yüze kaldıkları biliniyor.

İşin özeti; yabancı öğrenci ve göçmenlerden Türkiye’de yıllardır öğrencilik, ticaret ve evlilik vb. halis amaçlarla bulunmakta olanlar için güvenlik soruşturması yapılarak bunların vatandaşlığa alınmaları gerekir.  Alınamayanlar için mülteci hukukunun mekanizmaları ve bu statüden kaynaklanan haklar tereddütsüz işletilmelidir. Göçmenler ve geçici olarak Türkiye’de bulunanlar için de barınmanın ötesinde Avrupa’da göçmenlere tanınan yasal statünün tanınması ve çalışma izinleri konusunda esnek davranılması gerekmektedir. Bu konular, bir kısmı yirmi yıldır, bir kısmı 5 ila 10 yıl arasında Türkiye’de bulunan -özellikle Uygurlar ve Kuzey Kafkasyalılar başta olmak üzere- ülkemize sığınmış insanlar için acilen işletilmelidir. Bunu, insani ve vicdani bir davranış olduğu kadar, uluslararası hukukun verdiği hakları da işleterek dünyaya emsal teşkil edecek bir uygulama olarak yapmalı ve geliştirmeliyiz.

Ümmet deyince bunun yalnızca güneydeki kardeşlerimizle sınırlı olmadığını hatırlamak gerekir… İnsani duruş diyor isek, o zaman da bütün mazlumlar için taleplerimizin olması gerekmiyor mu? Burada dostane bir tavsiye olarak Uygur ve Kuzey Kafkasyalı göçmenleri, Suriyeli kardeşlerimizden “daha az” kardeş olarak gören varsa, nasıl bir ırkçılığa duçar olduğunu anlayarak kalbini ve itikadını şöyle bir yoklamalı derim.

Bunun dışında; çözümün devletten beklenmesi yanlış değil, ama bu konuya ve bu insanlara sahip çıkacak, onların derdiyle dertlenecek ve çözüme katkıda bulunacak gönüllü kuruluşların önemini de unutmamalı, bu alanda faaliyet gösteren STK’lara profesyonel destek vermenin bu ülke insanı olarak bize düşen görevlerden olduğunu bilmeliyiz…