Çin Halk Cumhuriyeti; Türkiye, Mısır, Japonya ve Kanada’dan başlayarak Çin dışına çıkan vatandaşlarında sadece ve sadece Uygur öğrencileri geri çağırıyor. Öğrencilerin dünya görüşlerine veya haklarında herhangi bir iddia olup olmamasına bakmaksızın onların ülkelerindeki ailelerini zorla siyasi eğitim kamplarına alarak öğrencileri Çin’e dönmeye zorluyor.
İşin tuhaf tarafı bu öğrencilerin hemen hepsi Çin’e döndüklerinde haklarında bir suçlama olabileceği korkusuyla diğer Uygur öğrencilerle hiçbir şekilde görüşmüyor; hiçbir dernek ve vakıf faaliyetine oradaki ailelerine zarar gelmesin diye katılmıyor; bütün siyasi organizasyonlardan uzak duruyorlar.
Hatta müzik, folklor veya eğlence için bile bir araya gelmekten çekiniyorlar. Çünkü bunun ‘Uygurların bir siyasi hareketi’ olarak algılandığını biliyorlar. Bu sebeple Türkiye’de, özellikle İstanbul’da, Uygur öğrencilerin birkaçının bir araya gelip sohbet ettiğini dertleştiğini veya eğlendiğini kolay kolay göremezsiniz.
Burada Çin hükümeti tarafından Uygurların kendi topraklarında ne tür baskı ve asimilasyona maruz bırakıldığını, bütün insan hakları belgelerinin nasıl askıya alındığını dile getirmeye kalksak buna bu köşe yazısı elvermez. Fakat şu kadarını söyleyelim; ülkelerinin dışına Çin Devleti’nin resmi izni ile çıkan ve yurtdışında eğitim görmek için bulunan binlerce öğrenci sanki teröre bulaşmışlar gibi muamele görüyorlar. Bütün dünya, bu haksızlık ve hukuksuzluğu görmezden geliyor veya sineye çekiyor.
Türkiye’de topu topu 1500 kadar Uygur öğrenci var. Bu çocukların bir kısmı aileleri siyasi toplama kamplarında rehin tutularak sıkıntı çektiği için geriye döndüler. Dönenlerin havaalanında polisler tarafından alınarak aileleriyle görüştürülmeden doğrudan toplama kamplarına alındığını duyuyoruz. Hatta bu çocukların bir kısmının hiç bir yargılama süreci ve mahkeme kararı olmadan, Çin’in terör suçlularına uyguladığı gibi kafalarına siyah torbalar geçirilerek nakledildikleri haberleri geliyor.
Mısır’daki yaklaşık 5000 öğrencinin 3000’i Çin’in Mısır hükümetine yaptığı baskılar ve öğrencilerin telefonda konuştukları anne babalarının ağlayış ve yakarışları üzerine geri döndüğü ve dönenlerin de tamamının siyasi eğitim kampı adındaki gözaltı merkezlerine alındığı ve aileleriyle görüştürülmediği haberleri geliyor.
Uygur öğrenciler bu konularda konuşmaktan kesinlikle kaçınıyorlar. Ailelerinin can güvenliği ve eziyet görecekleri endişesiyle büyük bir sabır ve tahammül ile susuyorlar. Herkes yakinen biliyor ki Çin Devleti yarım asırdır, siyasi suçlu olarak gördüğü herkesin mal varlığına bütünüyle el koymakta.
Buradan bu konuları sayıklamanın veya şikâyet etmenin hiçbir anlamı yok; o halde çözüm önerilerini açık yüreklilikle konuşmak gerekir.
Önerilerime evvela çok önemli olduğunu düşündüğüm bir konuya parmak basarak başlamak istiyorum:
Çin’in Uygurlar’a yönelik bütün bu politikaları siyasi bir mesele değil, bütünüyle bir insan hakları meselesi olarak, insani bir mesele olarak görülmeli ve meseleyi dünyaya bu şekilde anlatmanın yolları aranmalıdır. Bu insanların temel hak ve özgürlüklerinin korunması ve potansiyel suçlu olarak görülmelerini önlemek kesinlikle şart.
İkinci olarak resmi sayıları 12 milyon, gayri resmi sayıları 25 milyondan az olmayan Uygurların bizimle hemen hemen aynı dili konuştukları ve onlarla aynı kültür ve inanca mensup olduğumuzu unutmamak gerekiyor. Ancak meselenin bu boyutu bugün için insani boyutunun geldiği trajik nokta karşısında fazla bir önem taşımıyor.
Çin ile Ticari ilişkilerini düşünerek hiçbir İslam ülkesi Uygurların problemini gündemine almıyor.
Türkiye’de Suriyeli kardeşlerimiz ne kadar değerliyse ve hangi imkânlardan yararlanabiliyorlarsa onlara nispetle sayıları bir avuç olan Uygurların da en az onlar kadar bu ülkede yaşama, barınma hakları vardır. Onun içindir ki Ülkemizdeki Uygurların ikamet ve çalışma izni almaları mutlaka sağlanmalıdır.
Çin Devleti geriye dönmeyenlerin vatandaşlık haklarının düşeceğini ve pasaportlarının geçersiz olacağını da aileler üzerinden bu mağdur insanlara bir tehdit olarak bildiriyor.
Peki, bu noktada göç idaresinin ve emniyetin yapması gerekenler neler olmalı? Öncelikle bir öğrencinin elinde pasaport olmaması halinde ikamet izni alamayacağı ve bu sebeple öğrenci kaydını yenileyememe riskinin olduğuna dikkat çekmek gerekir. Bu durumda Göç İdaresi ve emniyet yetkililerimizin bu durumdaki öğrencilerin pasaportları olmasa bile öğrencilik haklarının devamı için ikamet izni almalarını kolaylaştırmaları gerekir. Çünkü daha zor bir süreç olan ve kendi ülkesi ile köprüleri tamamen atma anlamına gelen ikamet izni alma, artık siyasi suçlu olmayı da kabul etmek anlamına geliyor.
Ayrıca nu meselenin sadece Uygurlarla sınırlı olmadığını da ifade etmek gerekir. 20 yıldır Türkiye’de ikamet eden fakat ne vatandaşlık ne de mültecilik hakkı tanınmayan binlerce Kuzey Kafkasyalı (Çeçen-İnguş, Dağıstanlı, Karaçay, Kabardey vd.) var. Bu insanlar Türkiye’de aileleriyle birlikte yıllardır yaşıyorlar. Ancak biz onlara ülke olarak sadece ikamet izni vermekteyiz. Bunun ötesinde sağlanan bir kolaylık da yok zaten. Her birinin elinden iş gelen ve ailelerini geçindirmekten başka derdi olmayan bu değerli ve gururlu insanları kendi hallerine terk ediyoruz. Sağlık hizmetlerinden yararlanamıyorlar; çalışma izni alamıyorlar. Ne mülteci statüsündeler ne de kendilerini koruyacak başka bir hakları-statüleri var
Ümmet deniliyorsa, bunun güneydeki kardeşlerimizle sınırlı olmadığını hatırlayalım. İnsani duruş diyorsak yaklaşım ve taleplerimizin bütün mazlumlar için aynı olması gerekiyor.
Avrupa’ya veya başka bir ülkeye giden Uygur ve Kafkasyalılar önce mülteci statüsüyle kamplara alınıyor, belirli bir maaş bağlanarak çocuklarının eğitim hakları ve kalma yerleri yaklaşık 3 yıl boyunca garanti edilmiş oluyor. Üç yıl sonunda uygun görülenler çalışma izni alarak o toplumun işgücüne katılıyor. Nedense biz, ne Kafkasyalılara ne de sırada bekleyen Uygur ve Özbekler’e, bırakın vatandaşlık hakkını vermeyi onlar için uluslararası mülteci hukukunu bile işletmiyoruz. Bu bahsettiğimiz kitlenin tamamı aileleriyle birlikte 30- 40 bini geçmeyen, hemen hepsi üniversite mezunu ve 2-3 dil konuşan, ellerinden iş gelen insanlar.
Kuzey Kafkasya’dan gelenlerin hikâyeleri biraz daha farklı. İstediklerinde ülkelerine dönebiliyorlar ama döndüklerinde potansiyel suçlu olarak muamele görüyorlar. Bu insanlar daha iyi bir hayat yaşama ümidi veya inançlarına uygun yaşayabilme hayaliyle Türkiye’ye geldiler. Bir kısmı ise sadece ticaret yapmak maksadıyla gelip daha sonra geri dönme imkânı bulamayan insanlar.
Emniyet yetkilileri ve özellikle Göç İdaresi bu insanların işlerini kolaylaştırmayı insani ve milli bir mesele olarak görmeli.
Reina olayı gibi dramlar üzerinden bu insanların tamamını potansiyel suçlu olarak gösteren bir algı operasyonu yürütülüyor; bu tuzağa düşmeyelim.
(Devam edeceğiz…)