Gezi rehberi

Abone Ol

Mezarlık yalnız cesedin gömüldüğü bir yer değil, birçok hatıranın da toprağa verildiği mistik bir çukurdur.

Tarihe ve zamana boyun eğmiş pek çok mezar taşının tepesinde birçok figür duruyor. Mevtanın dünyadaki saltanatını gösteren kavuklar, külahlar, taçlar… Upuzun otlar arasında korkulu, soğuk bir duygu veriyor. Ölüm kokusu yer altından, yer üstüne sızıyor.

Kimi düzenli, çoğu şekilsiz mezarlar adeta bir şeyler söylüyor. Ayaklarımın altından fısıltılar duyuyorum. Tanıdık yüzler görüyorum mezarlardaki harflerden. Beş mermer, beş Arabî isim. Üç kadın, iki erkek…

Giderek artan kalp atışlarım, mezarlığın sessizliğinde yankılanıyor. Mezarlığın nahif bekçileri kediler, ıssızlık içinde hareket ettikçe, yapraklar arasından hışırtılar duyuluyor; tedirginlik koşuşturuyor, ayaklarıma dolanıyor. İnsan, kopacak kıyametini ensesinde taşırken, paçalarından dünyalık heyecanlar akıyor. Acizliğinin üzerinde yürüyüp, ölümün orta yerinde hayat kovalıyor hâlâ. Lehçesi farklı, dini ve etnik kökeni farklı, derisi, isimleri farklı, yaşayışları, alışkanlıkları farklı binlerce insan, koyun koyuna yatıyor burada.

Zamana yenilmiş ve sağa sola eğilmiş mezar taşları, hayatını doğrultmak için çırpınanlara ibretlik sözler söylüyor.

Mezarlıkta, üzerinde renk renk kıyafet, envai çeşit kokuda parfüm, kafasında binlerce plan ve proje ile dolaşan bizler mi yoksa toprağın ardında bizi izleyen şu ruh dolu mezarlar mı ölü?

Mezar ile insan arasındaki “bakış mesafesi” kısaldığında, içimizdeki ‘nefs’ dedikleri şey de kaçışıyor.

Ölüm beldesinde, üzerinden atmak istediğin günahların, mezar taşlarına çarparak etrafa dağılıyor. Utanıyor. Küçülüyorsun mezarlıkta… Belki mevsim üşütüyor; ama ruhun sıcaklıyor, bunalıyorsun.

Tarihin başını kaldırdığı mezar taşları, minarelerden yükselen kudretli ezan sesi ile adeta boynunu büküyor. Ölenin nabzının attığı, her devrin tanığı taşlar, camilerden yayılan ‘ilahi davet’ ile yumuşuyor.

Dünyalık gürültü ve kabalıklar mezarlıkların dışında, günlük rutinleri ile ölümden haberli, ölümden habersiz, güneşin iktidarını bıraktığı saatlerde, evlerine dönüş telaşında, bir koşuşturmaca içinde… Bu esnada; bir mezarlık başında ayrılığın bıraktığı gözyaşları kucakta birikiyor. Güvercinler kendilerine bir dal seçmiş; onlar da garip kalmış gibi. Dualar mırıl mırıl dudaklarda, eller semaya açılmış “sahibini” arıyor. Gönül rahatsızlığı ile gelinen mezarlıkta, kalplere rahmet yağmuru yağıyor adeta, temizleniyor ve ‘huzur’ doluyorsun.

Yoga, feng-shui, reiki, tai masajı, fin hamamı bir yana, en iyi terapi, en kesin içe dönüş yöntemi, mezarlıklar…

“Evden dışarıya dolaşmaya çıktığınızda, siz kırlara, parklara gidin, mezarlıkları bana bırakın” demişti Samuel Beckett…

Ben ise, dünyanın hiçliğini anlamak, gidenlere dokunmak, özlediklerinize sığınmak ve ruhunuzu beslemek için mezarlıklara gidin diyorum.