Türkiye’de yeterli sayıda yetişmiş insan olmadığını iddia etmek, 80 milyonluk bir ülkeyi fazlasıyla hafife almak olur. Bu ülkenin on binlerce yetişmiş ve yetişen insanı var. Mesele, insan potansiyeline ne derece erişildiğinde.
Çevremizde sık sık şunları duyuyoruz: “Türkiye’nin Rusya, Afrika, Balkanlar uzmanı yok. Ortadoğu’da durumu değerlendirip çözüm üretecek uzmanlarımız yok” Bu ve benzeri cümleler kesinlikle isabetsiz. Bunlar makamlarını kaybetmemek, başkalarına yer açmamak, kendilerini önemsetmek için vasat insanların uydurdukları sözler. Ciddi bir rehberlik, eğitim ve saha tecrübesiyle beş yıl içerisinde, bir bölgenin dili, kültürü, adetleri, sosyolojik yapısı, sosyo-ekonomik ilişkilerine kadar sahaya vakıf uzmanların yetiştirilmesi hiç de zor değil. Dünya böyle yapıyor.
Size konuya dair bazı rakamlar vermek istiyorum: Türkiye, ne 1940’ların ne de 1980’lerin standartlarıyla ölçülebilecek durumda artık… Bu ülkede yurt içi ve yurtdışında doktorasını tamamlamış 125 bin; yüksek lisansını tamamlamış yaklaşık 450 bin insan var. Üniversite mezunlarının sayısı 6 milyon civarında. Bu kadar büyük sayıların arasında yetişmiş insanımız olmadığını ileri sürmek, ya bu insan kaynağından haberdar olmadığımızın ya da bu kaynağı yetiştiremediğimizin bir göstergesidir.
İddiaları olan bir ülkenin, bu insanları oldukları yerlerden bulup çıkarmak ve doğru yerlerde istihdam etmek ve potansiyeli harekete geçirmek devlet olmanın gereklerinden birisidir. İşin özünde, ülkenin hedeflerinin odak noktalarını belirleyerek bu konularla ilgili bugünden yarına, halden geleceğe külli bir projeksiyonun yapılması ve ince bir istihdam politikası geliştirilmesi gereği yatıyor.
Öncelikle, bu insan potansiyeli içerisinden, devlet ve toplum çıkarlarına uygun, kendisine ve görevine saygısı olup işini titizlikle yapacak sayısız insanın olduğunu bilelim.
Bu ülkeye ihanet etmemiş, bu ülkeyi seven, sahasına vakıf ve ehil kişiler olmak kaydıyla, dünya görüşüne, yaklaşım farklılıklarına takılmadan, bu ülkenin geleceği adına bütün insanlarımızdan yararlanılması şarttır. Olayları doğru değerlendiren, arka planında hesabı olmayan, sağ-sol, İslamcı-laik, Alevi-Sünni, Milliyetçi, Liberal vb. iş ciddiyeti ve görev bilinci olan herkesten bu ülkenin geleceği adına yararlanılmalıdır.
Bu insanları, ehliyet ve liyakat temelinde bulup ortaya çıkarmak, devlet yetkililerin asli görevleri arasında. Çünkü işin ehli, liyakat sahibi, dürüst ve onurlu insanlar genellikle, kapı kapı dolaşıp pozisyon arayıp kollamıyorlar. Kendilerini kimseye göstermek zorunda da hissetmiyorlar. “Devletin ihtiyacı varsa buradayız, bizi bulamıyorlarsa işleyen bir mekanizma da herhalde yok ve buna gerek de yok” diyorlar açıkçası. Bu insanlar bu ülkede emin olun ki az değiller.
Yalakalık kültürü yerli değil, ithal bir kültürdür. Basiret sahibi olan bu toplumun genelinin mayasında, el ovuşturmacı tabasbus kültürü yoktur. Tabasbus sahipleri ile şerefine düşkün olanlar, yan yana yaşamak zorunda olsalar da ikisinin arasındaki temel fark şudur: İlk grup hak etmeden ve ilişkiler üzerinden yükselir. Diğerleri ise dişiyle tırnağıyla ilerler. Hak edilemeyen çoktansa, hak edilen az, şerefli insanları mutlu etmeye yeterlidir.
Kadim kültürümüz, göreve talip olmayı değil, “görevin verilmesi” üzerine kuruluydu ve bizim kuşak bunu izledi. Japonya, Çin, İngiltere, Fransa veya Almanya’da insanlar başarılı oldukça ilerler ve bunun için ayrıca bir gayret veya tavassuta başvurmazlar.
Nepotizme dair yazdığım yazılarda da vurguladığım gibi, az gelişmiş ülkelerde liyakat ve ehliyet esas değildir. Oralarda, akrabalık, hemşerilik, tanıdıklık ve hatta daha beteri “yüz aşinalığı” veya bazı hallerde ideolojik teslimiyet aranır. Oralarda, makamları ehil olanlar, uzmanlar ve teknokratlar değil, ortalama insanlar işgal eder. İstemeseler de bu yolla gelmek zorunda kalan uzman ve başarılı insanların çalışmaları ve gayretleri ise sistemsiz “vasat” çevrelerde çoğu zaman heba olup gider.
Kars’tan Muğla’ya, Edirne’den Urfa’ya, Kırklareli’nden Erzincan’a kadar ülkenin her köşesinde üniversitelerde, bürokrasi ve sivil toplum içerisinde tebarüz etmiş sayısız insan var. Bu insanlar, çoğu kez, kurumsallaşamamış kurum yapıları ve az gelişmiş şehirlerin yerel çelmeleri dolayısıyla hak ettikleri yerlerde değiller.
Bu ülkeye ihanet eden ve kimyasını bozan ihanet şebekeleri dışında kalmayı başarmış olan bu insanları bulup çıkararak liyakat ve ehliyet temelinde yeniden bir “kavilleşme”ye ülkenin gerçekten ihtiyacı var. Bu temelde, insanların öz geçmişleri ve ortaya koyduklarıyla birlikte değerlendirildiği bir insan envanteri hala ortada görünmüyor.
Emin olun, Türkiye’nin her konuda yetişmiş insanı ve uzmanı var. Yazılımcıları, iktisatçıları, sosyologları, doktorları ve mühendisleri, hukukçu, kamu yönetimi uzmanları, uluslararası hukuk ve uluslararası ilişkiler uzmanları vb… Temenniler üzerinden değil, önceki yazılarda dile getirdiğim istişare (danışma) uzman heyetlerin, ispatlı ve ölçülebilir önerileri ile yüründüğünde ancak, ülkenin önü açık olabilir.
Aksi halde, ülkenin çevresindeki çember her zamankinden daha hızlı daraltılıyor. Şunu bilelim ki bu halden kesinlikle çıkış yolları var. Ümitli olmak için sebeplerimiz var. Yeter ki danışma yolları açık olsun…