Türkiye’nin neredeyse tüm çevresi savaş ve iç çatışmalarla kavruluyor. Kuzey doğumuzda Doğu Türkistan’dan başlayıp Afganistan’a; güneyimizde Irak’tan Suriye ve Filistin’e uzanan tüm bölge içerisinde Türkiye son on beş yılda bir “emin belde” olarak öne çıkıyor. Eğer böyle olmasaydı bugün 5 milyona yakın insan, topraklarımıza göç etmezdi.
Ülkemizin “canların emanette olduğu”, tüm ezilen insanlara gönlünü açan bir yurt haline gelmesinde şüphesiz en büyük pay sahibi Cumhurbaşkanımız Erdoğan’dır. Türkiye’nin aktör ülke haline gelmesinden rahatsızlık duyan çevreler, onu iktidardan düşürmek için her şeyi denediler. Bunu hepimiz yaşayarak ve acı bedeller ödeyerek gördük.
Şimdi, büyük bir nüfusa ulaşan ve doğal olarak sorunları da giderek büyüyen muhacirler üzerinden “akıl almaz bir yıpratma savaşı” veriliyor. Kim yapıyor bunu?
Sadece marjinal bir grup faşist-ırkçı mı? Ayağımız tökezlesin de, gücümüz dağılsın diye her türlü ahlaksızlığı yapan FETÖ’cüler mi? Onların işi bu zaten. Düşmanlıkta sınır tanımayacaklar. “Suriyeliler sefa sürerken, Hükümet Doğu Türkistanlıları ölüme gönderiyor” yalanı gibi daha nice pespayeliği yapacaklar. Yapsınlar. Her defasında gerçek, o çirkin yüzlerine çalınacak.
Fakat, bazı kesimlerin, sırf küçük siyasi hesaplar yüzünden; AK Parti içerisinden çıkartmaya çalıştıkları “küçük particikleri”ne ve “lidercik”lerine alan açılsın diye muhacirleri kullanmalarını anlayabilmek mümkün değil.
Devlet, “geç kaldığı bir uygulamayı” hayat geçirmeye; muhacirlerin bazı şehirlerde yoğunlaşan nüfusunu Anadolu’nun çeşitli illerine yaymaya çalışıyor. Bunu “sürgün” ya da “tehcir” diye isimlendirmek en hafif tabiriyle gerçeğin üzerini örtmektir.
Devlet, kendine sığınan ve can güvenliğini sağlamakla yükümlü olduğu insanları kendisinin uygun bulduğu şehirlere yerleştiremez mi? Bundan daha tabii ne olabilir? Yerleştiği şehirlerde iş-güç sahibi olmuş insanların bundan dolayı bir mağduriyeti oluşursa, giderilebilmesi için hep birlikte çalışalım. Bu insanlık görevimiz.
Osmanlı milyonlarca muhacire ev sahipliği yaptı ve Türkiye bu sayede Çerkesler’in, Boşnaklar’ın, Arnavutlar’ın, Pomaklar’ın da yurdu oldu. Doğru. Fakat bu düzgün işleyen bir muhaceret politikası sayesinde oldu. Nasıl mı?
Tarihi vesikalara bakarsak, sorunları nasıl çözdüğünü görürüz. Mesela, 1862’de Sadrazam Keçecizade Fuat Paşa’nın Sultan Abdülaziz’e gönderdiği tezkerede şöyle yazıyor: “Osmanlı’ya gelen muhacirlerden 255.414 nüfus iskân edildi. Ağır kış şartlarından dolayı iskan yerlerine sevk edilemeyip Samsun, Sivas ve Yozgat’ta misafir edilenler de, Allah’ın yardımıyla mevsimi girdiğinde iskan edileceklerdir”
Peki, bu iskânda güvenlik ve stratejik plan hiç gözetilmemiş midir? Onun cevabını da 19.02.1862 tarihli belgede görüyoruz. Erzurum Valisi Hayrettin Paşa‘ya gönderilen talimatta şöyle yazıyor: “İskân için Erzurum’a gönderilen Çerkes muhacirlerinden 160 hanenin, gösterdiğimiz yerler yerine sınır başlarındaki Sarıkamış, Hamamlı ve Soğanlıdağ’a yerleştiği anlaşılmıştır. Muhacirlerin uygun görülen yerlerde ikamet etmemeleri kabul edilemez. Bundan böyle özür beyan etmelerine kulak vermeyerek Tekman Ovası, Ahlat ve Tercan’a gönderilmelerine..”
Tarihimiz bize yol gösteriyor. Tabii “yol tutmak” isteyenlere. Yolu bozmak isteyenlere değil.