Hiçbir yazıma -hele de mesele İstanbul ya da Türkiye olunca- “keşke” ile başlamak istemem; ama bu yazı ne yazık ki bu yazı öyle başlamak zorunda…
Çünkü “keşke”ler kaybedilmişleri çağrıştırır…
Keşke İBB Başkanı olarak “ardına kadar açık” yalanlarınız, çarpıtmalarınız olmasaydı ve de bunları -en azından kendi adıma- aklımla/aklımızla alay edercesine serdetmeseydiniz de, size gönülden ve isminizi anarak hitap da edebilseydim…
Maalesef “aynı zamanı ve aynı şehri paylaşmak zorunda olma”nın ötesinde pek de ortak değerimizin olmadığını görüyorum…
“İdeolojik bir miyopluk” ile böyle düşündüğümü asla zannetmeyin…
Eğer öyle olsaydı ve iddia ettiğiniz gibi “güzel” işleriniz de olsaydı, en azından susma hakkımı kullanır, görmezden gelir ama asla “haksızlık” ederek vebale girmezdim…
Şahsen, böyle düşündürdüğünüz için de bir “vebal” yüklendiğinizi hatırlatmak isterim…
Aradan geçen yaklaşık bir buçuk yılın ardından, panolarda görüp tam da, “ne güzel iş yapmışlar” dendiği anda, o şeyin mumu akşamı bile bulmadan sönüveriyor…
Neden, en başta size oy verenleri ve “ayırmadan(!)” hizmet ettiğinizi iddia ettiğiniz on altı milyon İstanbulluyu sukutuhayale uğratıyorsunuz; buna hakkınız var mı?
“Yaşamı hep yeniden başlatmak ne kadar da can sıkıcı bir şey” değil mi?
Geçmişi “yok” sayıp, yaşamı her gün yeniden başlatanların durumu nedir biliyor musunuz?
Hayata hiç başlayamadan onu bitirmiş olurlar; çünkü hep başlama evresinde kalırlar…
Devlette ve devletin kurumlarındaki süreklilik, “hayata hep yeniden başlanmasın” diyedir; hatta dünyanın hafıza mirası da öyle…
Eğer hafıza devretmeseydi, insanlık “tekerin icadı”na bile gelemezdi…
Aslında siz ve “stratejist”leriniz, neyi-niçin yaptığınızı çok iyi biliyorsunuz; ama bizim bunu bilmediğimizi/görmediğimizi zannediyorsunuz…
Ne büyük bir gaflet oysa!
Şu hakikati biliyor musunuz: İnsan en çok da kendine yalan söyleyemez; ne kadar soğukkanlı söylerse söylesin…
Bizi neye inandırmak istediğinizi nasıl da iyi gördüğümüzü birkaç örnekle ifade edeyim, gerisini de varın siz tahayyül edin; tabi inandığınız ve sizi kimsenin tanımadığı evredeki “yalan siyaseti”nizle kazandığınız seçime ait olanların çöktüğünü düşünüyorsanız…
Test sürüşü dahi yapılmış yatırımları hemen devreye alabilirdiniz; ama bunu yapmadınız ve bilerek bir buçuk yıl geciktirdiniz…
Çünkü size göre bu süre “biz yaptık” dedirtmek için yeterliydi…
Eğer hemen açsaydınız, onların bir önceki döneme ait oldukları gerçeğini örtemeyecektiniz; gerçi hâlâ da örtemediniz ya…
Çağ “kayıt çağı”; rakipleriniz “gerçeği” bütün acısıyla yüzünüze nasıl da vuruyorlar değil mi?
Peki, bir insan -hele de siyasetçiyse- kendine bunu neden reva görür; anlamak gerçekten çok zor…
“İsraf” maskesinin altına ne kadar da çok “yalan” sığıyormuş, onu da gördü bu gözler…
“Yeşilin”, siyasetin ve özellikle de onun yalancı olanının malzemesi olabildiğini de görmüş olduk; insanın bakmaya bile kıyamayacağı o dikey peyzajların mahvını izleyerek…
Üstelik, daha komiği bile olamayacak gerekçelerle…
Bırakın bakımsızlığı, bakıldığı halde bir buçuk yıl yeşil kalabilenleri herkes iyi bilir…
Harcaması bu milletin parasıyla yapılmış o güzelliklere kıyarak, “merhamet” yönünüzü de ifşa ettiniz…
Ve hep “tarafsız(!)” olduklarını iddia eden o “yeşil dostları(!)”, ne dostlarmış ama!
Bir zihin, boya ile yeşilliği/ağacı bu kadar karıştıracak bulanıklığa nasıl gelebilir ve onu hangi miyopluk ile yapar?
Bir hayretimi mazur görün, ne olur; insan acizdir ya, var sayın ki anlayamadım…
Daha önce -belki önceki CHP belediyeciliğini tam hatırlamaya tecrübem müsait olmadığı için- İBB’nin kurban derisi topladığını, yardım kampanyaları açtığını inanın görmedim; belki sadece ben görmedim…
Bu notlardan sonra şu acı soruların zamanı geldi sanırım…
Peki, iddianıza göre hem o kadar tasarruf ettiniz/ediyorsunuz hem de doğru dürüst, gözle görülür büyük yatırımlarınız yok, üstelik on bir milyar doların üzerinde bir borçlanma gerçekleştirdiniz ve birçok gayr-ı menkul müzayedesi yaptınız; o halde bu paralar nereye gidiyor?
Neredeyse küçük bir devlet bütçesine eşit İstanbul bütçesi, daha önce yapabilirken bugün neden yapamıyor?
Belediyenin asli görevlerinden biri olan “muhtaçlara yardım”ları da kampanyalarla halledecekseniz, o zaman bu İBB ne yapacak; gelirlerini nereye harcayacak?
Bu, beyin yakan acı soruların cevabı, on altı milyon İstanbullunun hakkıdır diye düşünüyorum…
Sırf sizinle aynı düşünmediği için işten attıklarınızı, atamadıklarınızı pasif görevlere çektiğinizi ve bunların sayısının da yirmi binin üzerinde olduğunu bilmediğimizi de düşünmeyin…
Ve şimdi bir daha söyleyin ama komik olmadan: Gerçekten tarafsız mısınız?
Not: Sağlığın siyaseti yok. İBB Başkanına Covid-19 sebebiyle şifalar dilerim…