Gerçeği manipüle ederek TBMM’nin rolünü çalıp, ikbal devşirmeye çalışanlara…
Her geçen gün düşünce ile yaşam arasındaki derin çatlağın genişlediğine şahit olmak çok acı verici; düşünenler için…
Bu çatlağın derinleşmesine siyasetin yaptığı etki ise çok daha tesirli olabiliyor…
Çok geniş kitleleri tesiri altına alma ve anlık çıkarlara hitap etme kapasitesiyle siyaset, bir “sosyal şizofreni” tetikleyicisi rolüne bürünebiliyor…
Cümle olarak çok şık ama meseleyle hiç anlam bağı olmayan ifadeler, insanları gerçeklerden her gün biraz daha öteye savuruyor…
Gösterenin neyi gösterdiği belli olmadan gerçeğe ulaşmak mümkün olmadığına göre, sadece oluşturulan sanal imajlara mahkûm olmak, ciddi bir handikaptır…
Dolayısıyla kendisini temsil etmeyen imajlar vesilesiyle gerçeklik bir “temsil krizi” yaşamaktadır…
Gerçekten kopuk imajinasyona tabi bir temsilin oluşturduğu “büyü etkisi” adeta kitlelerin afyonu haline geldi…
“Yalancılar kulübü”nde yalanın bir yalan olarak bile gerçeklikte hiçbir karşılığı yok maalesef; her fikirden ve her inançtan oluşan üyeleriyle…
Bugün birçok karartma ile karşı karşıya siyasetimiz; CHP, HDP ve avaneleri boyutunda…
İBB Başkanının, kısa bir süre önce Çevre ve Orman Bakanlığı’na ait ormanı hiçbir yetkisi olmadığı halde; “İmara değil halka açıyoruz” çarpıtmasıyla sunmaya çalışan ama Bakanlığın açıklamasıyla çöken imajinasyonunu iyi hatırlıyoruz…
Şimdi de aynı çaba cemevleri meselesiyle gündemde…
Cemevine “ibadethane” statüsünü tartışacak ve karara bağlayacak olan yer belediye meclisleri değildir…
“Biz yaptık iktidar engelledi” demenin avantajına sahip olup Alevi vatandaşlarımızın gönlünü çalma girişiminden başka bir şey değil bu; bir cambaz taktiğiyle…
Zira tekke ve zaviyelerin statüsünü değiştiren ve hâlâ yürürlükte olan kanunun mimarı belediye meclisleri değildir…
Sadece buradan bakmak bile bizi doğru bir adrese götürecektir…
Meselenin bir başka boyutu da; “Cemevlerine camilerle eşit statü verilmesi” talebidir…
Bu talep çok derin çatlaklara sebep olacak bir duruma tekabül eder…
Bu talebi yapanların -var ise cesaretleri- şu sorunun cevabını da izhar etmeleri gerekir; “Alevilik İslâm inancının içinde bir mezhep ya da yol değil, ayrı bir din midir?”
Değil ise eğer, o zaman mesele bir tekke ve zaviye meselesidir ve çözümü de 1925’de yürürlüğe giren ve hâlâ mer’i olan kanundur…
Bu noktada “mağdur” olan da sadece Alevi vatandaşlarımız değildir…
Sağ-duyulu ve beyni yıkanmamış birçok Alevi kardeşimiz de buna bu şekilde inanmaktadır…
O halde ben de şu çağrıyı yapıyorum; gerçeği manipüle ederek TBMM’nin rolünü çalıp, ikbal devşirmeye çalışanlara…
Yüreğiniz yetiyorsa gelin destek verin ve bu kanun kalksın ve bütün cemaatler hem rahatlasın hem de daha rahat bir denetim olsun, istismarcılar da “ekmeksiz” kalsın…
İsmail Saymaz gibi riyakâr da olmadan…
Cemevi deyince, “devletin inançlara müdahale etmemesi” gerektiğini hatırlayan bu beyin, diğer cemaatleri, “Şehvetiye Tarikatı” çalışmasıyla mahkûm etmeye çalışıyor…
Oysa istismar Sünni, Alevi kategorisinden çok bağımsızdır…
Kötü niyetliler birilerinin değer verdiği her şeyi, çıkarları için istismar ederler…
Bu sebeple en fazla istismar edilen, sahtesi üretilen şey altındır; gerisi derin bir mukayese de saklıdır…