Bu hafta on beş yaşımda yazdığım gençlik notlarımı okudum. Gençlik yaşam duvarına pembe kelebekleri çizen değil, kendini arayandır demişim yıllar öncesinde.
Küçük gibi görünen, çoğu defa önemseyen şeyler haddizatında bir kültür disiplini, bir duruş biçimidir. İncelik ile pişen gönül, geniştir. Şartları ne olursa olsun mütevazı, hoş görülü ve asildir. Küçük şeylerde neler saklı değildir ki. Mesela her gün rutinimiz olan yemek, içmek insanca yaşamın başlangıç fotoğrafı olduğu. Nasıl mı? Sofra yuvanın içindeki yuvadır. İlk saygınlık, paylaşım, emek ve kanaat temeli, sofra adabı ile atılır. Ekmeğin uzatılması, suyun doldurulması yardımlaşma kültürünün aileye işlenmesidir. Bir yandan yemekler yenilirken, küçük muhabbetlerin yapılması, aile içindeki istişareler birliğin kareleridir. Ev kültürünün renkliliği, aile oluşun güzelliği bir masanın etrafına toplanarak yaşanır. Baba evlatlarının gözünün içine şefkatle bakarken, anne daha çok yesin çocuğum diye tabağı doldururken; elbette çocuk kendini mutlu ve güvenli hisseder.
Okuldan, işten gelen tabak hazırlayıp, kendi masasında yemek yerse, aile fertleri birbirini beklemeye ihtiyaç hissetmezse sevgi, saygı ve emek ile temellendiren aile, sığınılan yer haline gelir.
Genç bilir ki baba eli daima omzundadır. Anne fedakârlığını ve ilgisini yüreğine nakşeden gencin, toplum içinde hata oranı çok düşüktür. Sevgi sorumluluk duygusunu yükler. Anne çocuğunun sevgi saati olmalı. Anne zaman olmalı yetiştireceği gence. Emek ve sevgi işçiliği, gençleri titiz ve düzenli kılar.
Baba evladına toprağı tanıtmalı. Toprağın sıcak ilişkisini, alın terinin insanı nasıl sahiplendiğini, emeğin gücünü yani onurlu yaşam ile bütünleşmeyi fısıldamalı evladınım kulaklarına.
Boyun eğmemeyi, asalak yaşamamayı, minnet etmemeyi öğretmeli ki amirin karşısında ellerini ufalayan, boynunu eğen, makamımı kaybedeceğim diye doğruları ezip geçen bir nesil oluşmasın. İyi bir mevkii sahibi olan arkadaşımla sohbet ederken bana “Başkalarının zevki için doğrularımı terk edemem. Gerekirse makamımdan vazgeçer, toprağımı işlerim, hatta sokakta onurumla simit satarım. Ama yanlışı alkışlamam. Ben babamdan öğrendim alın terinin, insanca yaşam olduğunu çünkü” dediğinde ’O an dua ettim içimden – böyle babalar çoğalsın Allah’ım diye. İnsanı şerefli kılan, bedenin ve ruhun alın teri çoğalsın… Ve Halil Cibran’ın şu sözlerine yolculuk yaptım: “Yazgınızı silecek olan tek şey alın terimizdir.’’
Gençlik sorunu yok, gençliği yetiştirememe sorunu var!
Helal lokma renk değiştirdiğinde, kuşak isimleri doğar. Büyükler Psikolojik olarak rahatlamak için, çağına böler gençliği. Oysa dünyanın ilk gününden bugüne kadar değişmeyen tek bir şey var; o da doğruluk. Şartlara doğruluğu yüklediğimizde, teknoloji hangi kıvamda olursa olsun, karşımıza doğru gençlik çıkar.
Erdemli nesil istiyorsak, yanlışlara gebe ortamları, ego uğruna beslemeyeceğiz.
Üreten, düşünen bir gençlerimiz ile el ele verip, güçlü ve yanlışsız bir toplum istiyorsak, eğriliğin bekçisi olmaktan vaz geçeceğiz.
Ahlaklı, inançlı gençlerimizin yetişmesi idealimizse, bizler özenti illetini üzerimizden atıp, batının palyaço yüzü olmayı bırakacağız.
Osmanlı kültürü ile yoğrulmuş gençlerimizin başarısını dünyaya haykırmak istiyorsak, milli manevi değerleri menfaat için değil, özünde yaşayan olacağız.
Sağlıklı, heyecanlı, onurlu, fikri olan, tutarlı, manevi kimliği kazanmış gençlerimizle gurur duymak gayemizse, onları alın teriyle, emeğin biricikliğinde yetiştireceğiz.
Ve gençlerin aile kurmasını hedefliyorsak; zevk, haz, ego, şehvet pisliğinden arınmalıyız. Uçuşan kelimelerin bir oyalama olduğunu bilen gençlik, vurdumduymaz. Çünkü gençler anlatılanı, yaşamda görmeyi istiyor!
Baba yoğun çalışma temposunda olmasına rağmen, bulduğu her boşlukta zevk ve şehvet peşinde koşarak, arsız tatminlerin tuzağına düşerse; gençlik tabi ki tanımaz, problemli ve hissiz olur.
Kuaföre, diziye, birilerini çekiştirmeye zaman bulan anne, işten yorgun geldiği için başımı dinleyeceğim diye evde kendine çekilirse, çocuklarının gününü değerlendirmezse elbette zorlanırız genç kuşağı tanımaktan.
Bakıcı soğuk yüzüyle evi toparlayıp, parasını alma derdinde. Kreşler ise yapmacık sevgilerin dizaynı. E çocuk sevgideki güveni nerede bulacak. Cep telefonu ve bilgisayar tuşlarında mı? Gerçi büyüklerde sevgiyi, aşkı tuşlarda aramıyor mu? Evin içindeki evsizlerden ne kadar sevgi görebilir çocuklar?..
Birbirine bağlı yanlışlara saplanıp, gençlik elden gidiyor diyerek, dev projeler oluşturmak, ne kadar tesir edebilir ki millete?
Gençlerin gözleri, usulsüz kazançlara, haksız ihalelere şahit.
Gençler, şehvetin ilk tercih olarak yaşandığı dünyaya şahit
Gençliğin kulakları, yalana, palavraya, entrikaya şahit
Gençliğin yön haritası önce anne babadır.
Yardım inceliğini bilen Müslüman naiftir, davranışları ile de örnektir değil mi. Yani güzel ahlakla. Ramazanda yardım kolisi hazırladık ihtiyaç sahiplerine dağıttık diyerek, faaliyetlerini internet sitesinde de de paylaşan kurumlardan birinde alışveriş yapıyoruz. Tezgâhta üç kişi siparişleri hazırlıyor. İki kişi içeriden mal getirene sürekli emir yağdırıyor, o öyle yapılmaz diye arada aşağılıyorlar. O kişi hiç sesini çıkarmadan işini yapıyor. Sıra çok olduğu için, beklerken bu ayrıntı dikkatlerden kaçmıyor. Gençler Müslüman simaların yanlış iletişimlerine şahit.
Erdemli duruşla değil, ideolojik saplantıyla yetiştiriyoruz gençliği. Onlara kendi olma fırsatını tanımıyoruz. Herkes kendi fikrinin ağını atıyor zihinlere. Gençler de baskı altında olduğu için yanlışları kodluyor.
Evet, gençlerin bozuk ahlakı bir isyan. Bugün iç isyanı bastırmak için çareler arıyoruz. Ahlak tamamen yok olduğunda, yarınlar ne yapacak sorusu da derdini sevenlerin hafızasında dursun…
Bugünün penceresine şöyle sesleniyor Refik Halit Karay: “Medeniyetin birinci vazifesi çocuğun dudağında tebessüm kondurmaktır; gam düşürmek değil!”
Sevgiye emanetsiniz.